Psikolojide Kavramlar

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Öncelik Etkisi

Öncelik etkisi (primacy effeci) ya da bir diğer deyişle ilk izlenim etkisi kavramı izlenim oluşumu alanında yapılan çalışmalarda belirli bir kişiyi betimleyen sıfatlar listesi içersinde en önce sunulanların bu kişiye ilişkin yargılarımızı daha çok etkilediğini; iletişim alanında ise bir dizi mesaj içersinde en önce sunulanların kişilerin algıları ve kanaatleri üzerinde daha ağırlıklı bir rol oynadığını ifade etmektedir.
Araştırmalar etkileşimdeki bireylerin birbirleri hakkında sahip oldukları ilk enformasyonların daha etkili olduğunu göstermektedir. Goffman'ın üzerinde önemle durduğu dış görünüş ya da cephe görüntüsü bilgileri bu enformasyonlar arasında sayılabilir.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Önyargı

Önyargı (prejudice) ya da peşin hüküm belirli bir grubun üyelerine salt bu gruba aidiyetleri dolayısıyla ve toptan gösterilen olumsuz tutumdur. Bu olumsuz tutum her türlü gerçek kanıttan yoksun olarak peşinen üretilmiştir ve bireyden ziyade gruba yöneliktir.
Literatürde önyargıları ele alan pek çok öykü roman veya tiyatro oyunu örneği vardır. Fakat bunlar arasında Franz Kafka'nın Dava ve Şato adlı romanları özel bir yer tutar. Dava'da roman kahramanı K'ya ve dolayısıyla onun şahsında ait olduğu etnik gruba karşı olumsuz önyargılar söz konusudur. Ve roman kahramanı sadece bu nedenle mahkum edilip hapse atılmaktadır.
Şato'da ise özelleştirilmemiş yabancılara yani genel olarak yabancılara karşı Şato sahibinin (köydeki iktidar sahibi) önyargısı temel alınmakta köylüler bu önyargıyı benimsemese de yabancılara karşı ayrımcılık yapmaktadırlar.
Önyargılar sosyal psikologların da uzun zamandan beri ilgisini çekmiştir. Literatürde 1920'li yıllardan bu yana belirli aralıklarla önyargı araştırmaları bulunmaktadır. 1930'lu yıllarda La Pierre'in araştırmalarıyla başlayan bu gelenek 1950'lerden itibaren Adorno ve arkadaşları Pettigrew Rokeach gibi araştırmacılar tarafından sürdürülmüştür.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Öyküsel Kimlik

Descartes'ın Cogito'sunun etkisiyle sosyal bilimler alanında uzunca bir süre bütünsel bir bilinç ya da bir 'birleşik Ben' paradigması hakim olmuştur. Psikanaliz bu 'yekvücut' ego anlayışını kırarak id-ego-süper ego'dan oluşan üç boyutlu bir Ben anlayışı geliştirmiştir. İnsan psişizminin tekliğini bütünlüğünü kaybettiği bu bölünme daha doğru bir deyişle psişizmin parçalı bir biçimde temsil edilmesi Paul Ricoeur tarafından 'parçalanmış Cogito' olarak adlandırılmıştır.
Ancak Ricoeur insanın varoluşuna bir bütünlük bir birlik vermek ihtiyacında olduğunu bunun da (birliğin) insanın kendisi hakkında oluşturacağı bir hikaye şeklinde gerçekleşebileceğini bir başka deyişle bir anlatı tarzında sağlanabileceğini vurgulamıştır.
Buna 'öyküsel kimlik' (narratif kimlik) demiştir. Öyküsel (ya da anlatısal) kimlik terimi bireyin kendini başkalarına kendi kendine anlattığı kişisel bir hikaye biçiminde sunduğunu ifade etmektedir; terim bireyler kadar kimliklerini büyük anlatılar ya da öyküler (recits) içersinde inşa eden sosyal gruplar için de kullanılmaktadır.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Öz Farkındalık

Öz farkındalık (şelf awareness) kişinin dikkatinin kendisi üzerine toplanması ve benliğin onun bilincinin objesi haline gelme durumudur. Kişinin dikkati diğerleri tarafından görülen yanları (fiziksel görüntü davranış vb.) üstünde odaklandığında genel ya da kamusal öz farkındalık; diğerlerine görünmeyen yanlar üstünde odaklandığı zaman ise özel öz farkındalık söz konusudur.
Öz farkındalık bir bakıma kişinin kendisinin bilincinde olmasını ifade etmesi bakımından benlik-bilincine benzemektedir; ancak öz farkındalık bir tür kendi üstüne odaklaşma hali belirli bir durum içindeki bir bilinçlilik hali iken benlik bilinci kavramı (self-consciousness) daha ziyade bireysel bir dispozisyonu ifade etmektedir.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Öz Saygı

Bir kişinin kendisini algılamasına ilişkin bir kavram olan öz saygı (self-esteem) kişinin kendisine bir birey olarak yüklediği değeri ifade etmektedir. Öz saygı benliğin duygusal öğesidir. Rosenberg'in klasik tanımına göre her insanın bir kişi olarak değeri hakkındaki duygusudur.
Bu duygu öz saygı araştırmalarının temeli olmuştur zira öz saygı araştırmaları kişilerin kendilerini değerlendirebileceği ve bunu tutumları eylemleri ve sözleri vasıtasıyla ifade edebileceği varsayımına dayanmaktadır. Bir birey kendini değerlendirmeye çalıştığında ya salt kişisel özelliklerini dikkate alır ya da mensup olduğu gruplara referansla değerlendirme yapar. Bireyin kendi kişisel özelliklerinin sübjektif değerlendirmesi kişisel öz saygıyı; bireyin özdeşleştiği grupların özelliklerinin sübjektif değerlendirmesi ise kolektif öz saygıyı oluşturur.
Öte yandan öz saygı kişinin içinde bulunduğu durumlardan da etkilenir. Yaşanan olaylar ve alınan enformasyonlar kişinin kendine ilişkin imajlarını değiştirebilir. Bu nedenle dispozisyonel öz saygı ile durumsal ya da bağlamsal öz saygıdan söz edilebilir.
Tarihsel olarak öz saygının kavramsallaştırılmasında iki teorisyen James ve Cooley'in çalışmaları önemli bir yer tut-maktadır (Bolognini ve ark. 1998). James öz saygı (self love) kavramında kişinin başarıları ile özlemleri arasındaki oranı öne çıkarmıştır (öz saygı=başarılar/özlemler). Cooley diğerlerinin kişiye ilişkin görüşlerinin diğerlerinin aynasında yansıyan imajının (looking glass şelf) belirleyici olduğunu vurgulamıştır.
Öz saygı modern Batı toplumlarının bir özelliği olan bireyselci bir insan ideolojisi içinde kök salan bir kimlik boyutudur. Bu toplumlarda bireyler kendilerini özel bir kişi anlayışına dayalı bir sembolik alanda inşa ederler. İçinde yaşadığımız kitle iletişim ve serbest rekabet uygarlığı bireylerin olumlu bir imaja sahip olmalarını temel bir değer haline getirmiştir öylesine ki öz saygının kazanılması sosyalleşmenin başarısının göstergesi olarak görülmeye başlamıştır.
Bu kültür çocukların hareketlerinden sorumlu bir kişi olarak görülmesi gerektiğini vurgulamış ve kendini ifade etme ve gerçekleştirmeyi bir hedef olarak göstermiştir.
Maslow'un ihtiyaçlar piramidinin en üst katında yer alan kendini gerçekleştirme hedefi hümanist düşünce geleneğinden gelmektedir. Başlangıçta çocuğun içinde yaşadığı toplumun inanç ve değerlerini duygu düşünce ve davranış tarzlarını sosyal rolleri ve normlarını içselleştirmiş bir üyesi haline gelmesini ifade eden sosyalleşme günümüzde çocuğun kendini geliştirmesi kişiselleştirmesi ve yüceltmesi hedeflerine doğru kaymıştır.
Öz saygı son çeyrek yüzyılda önemli bir araştırma alanı olmaktan öte geniş bir kitlenin ilgi odağı haline gelmiştir. Bir yanda psikologlar eğitimciler ve ruh sağlığı uzmanları öte yanda gittikçe genişleyen bir halk kitlesi öz saygı terimi altında toplanan olgulara ve sorunlara ilgi duymuştur.
Çeşitli yaşam alanlarındaki performans düşüklükleri depresyonlar İntiharlar ergenlik ve gençlik sapmaları okul başarısızlıkları ve uyumsuzlukları erken hamilelik ve benzeri sorunlar öz saygı düzeyiyle ilişkilendirilerek anlaşılmaya çalışılmıştır.
Günümüzde çeşitli araştırmacılar öz saygının insanların yaşamında önemli bir rol oynadığı onların düşünceleri duyguları ve davranışlarında etkili olduğu konusunda görüş birliği içindedirler. Yapılan araştırmalarda öz saygı düzeyinin kendine güven iç tutarlılık zamanda istikrarlılık kararlı tepkiler gösterme kendini yücelterek sunma gibi değişkenlerle ilişkili olduğu yönünde bulgular elde edilmiştir.
Öz saygının yapısı konusunda bazı yazarlar genel bir duygudan (Coopersmith 1967) söz ederken bazıları (Bracken 1996; Harter 1982; Marsh 1989) çok boyutlu bir yaklaşım sergilemektedirler. Faktör analizi temelinde yapılan çalışmalar (Harter ve Pike 1984) insanın kendini değerlendirmesinin çok boyutlu bir nitelik gösterdiği tezine ağırlık vermektedir.
Kendini değerlendirmenin çocukluktan itibaren gelişim dönemlerine bağlı olarak alanlara göre farklı bir seyir izlemesi de bu tezi desteklemektedir. Öz saygının boyutları sayılabilecek bu temel alanlar arasında okul başarısı atletik yetenek ilişkisel yetenek fiziksel görünüm davranışlar ve bunlara ek olarak yakın dostluklar duygusal ilişkiler ve mesleki başarılar sayılmaktadır.
Fakat farklı alanlar da olsa Öz saygının faktör yapısında özellikle iki faktör öne çıkmaktadır: Kapasite veya yeteneklerin değerlendirilmesi ile kişisel uygunluğun (sosyal kabul açısından) değerlendirilmesi. Bazı yazarlar iki yaklaşım arasında bir çelişki bulunmadığını her ikisinin de insanın kendini değerlendirmesinin bir parçası olduğunu yani kendimiz hakkında bazen genel (global öz saygı) bazen da alanlara göre (özgül öz saygı) bir değerlendirme yaptığımız fikrini savunmaktadırlar. Buradan hareketle iki değerlendirme tipini birbirine göre hiyerarşik bir tarzda konumlayan farklı modeller geliştirilmiştir (Hattie ve Marsh 1996).
Öz saygı düzeyinin ölçülmesi öz saygının kavramsallaştırılmasında temel alınan yaklaşımlara göre farklı yöntem ve ölçeklerle yapılmaktadır. Ancak pratikte çok boyutlu ve çok-skorlu ölçekler daha çok tercih edilmektedir. Bu tür ölçekler Özel bir sorun konusunda yani belirli bir alanda değerlendirme yapılacağında daha uygun düşmektedir.
Örneğin okul başarısı veya fiziksel görünüm konusundaki öz saygı düzeyi araştırılmak istendiğinde çok boyutlu bir ölçeğin sadece bir tek (veya birkaç) alt ölçeğini kullanma imkanı vardır ve bu da önemli bir tasarruf kaynağıdır (Harter 1998).
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Öz Saygı İyimserliği

Pyszczynski Greenberg ve Solomon (1987) tarafından ortaya konan bu olgu insanların öz saygı yoluyla tehditle başa çıkmaya çalışmalarını ifade etmektedir. Bu teoriye göre insanlar çeşitli kaygı kaynaklarıyla ve özellikle de ölüm korkusuyla başa çıkmak için yüksek öz saygı düzeyini korumaya çalışmaktadırlar.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Öz Sevgi
XVIII. ve XIX. yüzyıl demokrasi teorilerinin ve liberal felsefenin bir erdem ve ideal olarak önerdiği öz sevgi (amour de soi bîr tür selflove) her bireyi sadece kendisini düşünmeye kendisinden kaygılanmaya sevkeden duygu olarak tanımlanmıştır. Bu duygunun bireyin bir objeyi göreceli değil (görecelilik karşılaştırmaya dayanır) mutlak bir ihtiyaca cevap vermesi halinde sahiplenmeye ***üren bir duygu olması gerektiği vurgulanmıştır.
Bu tanımda Ben kendi üstüne dönen kendi kendine yeterli bir bütünsellik gibi görülmektedir. Her insan kendi kendinin gözlemcisi dıştan hiç bir şeyin rahatsız etmediği bir kendinde mevcudiyet içinde bulunmaktadır.
Demokrasi teorisinde öz sevgiyi (amour de soi) izzet-i nefisle (amour propre) karşılaştıran Rousseau 'sivil durum'da tek tek bireylerin iradesinin genel iradeye göre durumunu 'doğa durumu'nda izzet-i nefsin öz sevgiye göre durumuna benzetmektedir. Ona göre insan öz sevgi güdüsüyle hareket ettiği için özünde iyidir; izzet-i nefis tarafından bastan çıkarıldığı içindir ki toplum tarafından bozulur insanlar birbirini yolsuzluğa iter. İnsanın doğal olarak 'iyi' olmasına karşılık toplumun 'kötü' olması paradoksaldır; bunun kaynağı öz sevginin yapısal olarak değişken olmasındandır; ancak bu değişkenlik sosyal kontratı mümkün kılmaktadır.
Öz sevgi ya da kişinin kendini sevmesi nihai analizde diğerlerinin onu sevgisiyle bir olmaktadır; zira sempati kendi kopyasını çiftini ikizini yaratmaktadır ikizini yaratma seyircisini taklitle eşdeğerlidir burada karşılıklı sevmenin zevkini arama kendi üstüne dönüşümlü (refleksif) sempati ilkesi işlemektedir.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Özdeşleşme

Başlangıçta Freud'un hastalarıyla ilişkilerinden hareketle hipotetik olarak oluşturduğu bu kavram (Identification) bireyin erken yaşlardan itibaren bir başkasını model alarak kendi kişiliğini oluşturma sürecini ifade etmektedir.
Erken yaşlardan itibaren diğerleriyle bazı ortak yanları olduğunu farkeden çocuk ya kendini onlara ya da diğerlerini kendisinin bir parçasına benzeterek özdeşleşme sürecine girmekte ve onlar tarafından aktarılan değerlere göre 'ideal ben'ini oluşturmaktadır. Özdeşleşme çocuğun model olarak aldığı ayrıcalıklı bazı kişilerle (anne-baba öğretmenler otorite figürleri vb.) etkileşime girerek kendi kimliğini inşa etme eğilimidir.
Özdeşleşme kavramı sosyal etki araştırmalarında konformizm ya da uymanın belirli bir tipine işaret etmektedir. Sosyal etkiye maruz kalan bireyin tepkilerini itaat özdeşleşme ve benimseme olarak üç farklı tipe ayıran Kelman (1958) özdeşleşmeyi şu şekilde tanımlamaktadır.
Özdeşleşme durumunda birey grubun görüşlerini değil gruptaki kişilerle ilişkilerini dikkate alır; onun için önemli olan gruptaki beğendiği değer verdiği kişilerle ilişkileridir ve tepkilerinde onları örnek alır; onlarla ilişki kurmak veya ilişkilerini korumak geliştirmek ister (dolayısıyla grubun görüşünü benimsemesi söz konusu değildir; yalnız kaldığında terk edebilir).
Özdeşleşme kavramı daha yakın yıllarda grupların oluşumunu açıklamada kullanılmıştır. Turner ve arkadaşlarının (1982 1988) ortaya attıkları sosyal özdeşleşme modelinde kişiler için önemli olanın 'ben kimim?" sorusu olduğu vurgulanır; bu soruya verilen kategorisel cevaplara göre sosyal özdeşleşme mekanizması işler ve kişiler aralarında bir çekim veya dostluk ilişkisi olmasa da kategori benzerliği temelinde gruplar oluştururlar.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Özel Muamele Stratejisi

Manipülasyon tekniklerinden biri olan bu strateji belirli bir davranışa angaje edilmek (bir şeye katmak bir ürün satmak vb.) istenen kişiye şu veya bu sebepten dolayı özel bir kişi olduğunun söylenmesine dayanmaktadır (Burger 1986).
Örneğin bir mağazaya giren müşteriye n'inci müşteri olduğunun ve onun için X malından aldığı takdirde bir hediye öngörüldüğünün veya o günün özel bir gün olduğunun ve bu nedenle indirim yapıldığının veya bir çekiliş yapılacağının belirtilmesi gibi.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Özel-İlişkisel Benlik

Özerk-ilişkisel benlik kavramı Kağıtçıbaşı (1996) tarafından ortaya atılmıştır. Kağıtçıbaşı'na göre insanlar arası ilişkilerde birbirinden farklı iki boyut söz konusudur; bunlardan birisi kişiler arası mesafe temelinde oluşan ayrışmışlık - ilişkililik boyutu (separateness-relatedness) diğeri etkinlik temelinde oluşan özerklik-dışa bağımlılık boyutudur.
Bu boyutların kesişmesinden özerk-ilişkisel benlik ilişkisel benlik (ilişkililik-dışa bağlılık) ayrışmış benlik (özerklik-ayrışmışlık) ve marjinal benlik (aynşmışhk-dışa bağlılık) gibi benlik tipleri doğmaktadır.
Literatürde ilişkililik ve özerklik genellikle birbirine zıt düşen kavramlar olarak tanımlanmıştır yani özerkliğe başkalarından ayrışmışlık uzaklaşma anlamı yüklenmiştir. Bu durumda doğaldır ki bir kişinin hem Özerk hem de diğerleriyle çok ilişkili olması mümkün görülmemiştir.
Oysa Kağıtçıbaşı bu iki özelliğin birbirinden bağımsız farklı boyutlara (kişiler arası mesafe boyutu ile etkinlik boyutu) ait olduğunu dolayısıyla bu boyutların birer özelliği olan özerklik ile ilişkililiğin bir arada var olmalarının mümkün olduğunu öne sürmüştür.
Örneğin aile yapısıyla özerklik ilişkisine bakıldığında modernleşme teorisine göre modernleşme arttıkça ilişkililiğin azaldığı yönünde genel bir kabul vardır. Bu noktada benliğin özerk-ilişkisel modelini öneren Kağıtçıbaşı modernleşme teorisine alternatif bir yaklaşım ortaya koymuştur.
Ona göre eğer bu iki boyut ayrı ve bağımsız ise ikisinin zıt kutuplarının bir arada görülmesi mümkündür. Özerk - ilişkisel benliğin gelişimi en iyi bağlamsal-işlevsel bir bakış açısından anlaşılabilir. Bütünleştirici bu tür bir sentez karşılıklı bağımlılık veya bağımsızlık aile modellerinden çok duygusal bağıntılılık aile modelinde ortaya çıkar. Bunun nedeni bu modelde hem özerkliğin hem de yakınlık ve bağlılığın işlevsel olmasıdır.
Bu durum geleneksel toplumdan çok bağlılık kültürü içeren toplulukçu toplumların gelişmiş (kentlileşmiş eğitimli) kesimlerinde tipik olarak görülür. Kağıtçıbaşı'na göre özerk-ilişkisel benlik bir ideal olabilir ama ütopik olmaktan çok ulaşılabilir bir hedeftir. Psikoloji bu ideali gerçekleştirmede önemli bir rol oynayabilir.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Özerklik

Esas olarak politik alanla ilgili bir terim olan Özerklik (autonomy) başlangıçta kendi yasalarıyla yönetilen bir topluluğu nitelemede kullanılırken daha sonraları kişisel davranışlar alanına da uygulanmıştır. Bu çerçevede özerklik baskıya dış dayatmalara direnen; boyun eğmek veya tabi olmak yerine kendi iradesiyle hareket etmek ve yabancılaşmaktan kurtulmak isteyen; tercih ya da seçme imkanı bulunan bir kişinin durumunu ifade etmektedir.
Bireysel özerklik iç ve dış engellere veya baskılara karşı direnme olarak çeşitli düşünürler (Aristo Kant; vb.) tarafından moral değerlerin makul davranışın 'iyi'yi arayışın da temeli sayılmıştır.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Özlem Düzeyi

Özlemler kişinin kendisi için saptadığı veya ulaşmayı hedeflediği amaç niteliğindeki yönelimlerdir. Özlem düzeyi (level of aspiration) ise herhangi bir konuda kişinin ideal olarak ulaşmayı istediği düzeydir. Özlem düzeyi daha önceki performans veya deneyimlerden az ya da çok etkilenmektedir. Başarılı deneyimler genellikle özlem düzeyinin yükselmesinde Önemli bir rol oynamaktadır.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Şiddet

Şiddet sertlikle yoğun bir güçle meydana gelen yapılan veya etkili olan bir şeyin özelliği olarak tanımlanabilir. Şiddet aşırı bir fiziksel güç ve hatta silahların kullanımıyla yapılan tüm davranışları ve ölçüsüz saldırganlık tezahürlerini kapsar. "Bir veya birden fazla kişi tarafından yapılan ve fiziksel veya moral olarak bir veya birden çok kişiye acı çektiren tüm eylem veya davranışlar şiddet kapsamında düşünülebilir" (B. Defrance 1990).
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Özgürlük

Engellerle karşılaşmama bir başkasına bağımlı olmama istediği tarzda hareket edebilme çeşitli şeyleri yapabilme gibi çağrışımlar taşıyan özgürlük kavramı uzun dönemler boyunca düşünce tarihine eşlik etmiş kavramlardan biridir. Bu nedenle özgürlük düşünürlere ve dönemlere göre farklı şekillerde kavramsallaştırılmıştır.
Kavram uzunca bir dönem 'özgür irade' ekseni etrafında tartışılmış ve bunlardan bazıları popüler düşünceye yerleşmiştir; örneğin 'hayvanların içgüdülerle insanınsa özgür irade ve değerlendirme yaparak' (Aquinalı Thomas) veya tam tersine 'özgür irade Tanrıya mahsustur' (Luther) gibi.
Akıl ve kişisel iradeyle moral ilkelere uyma yeteneği olarak tanımladığı özerkliği vurgulayan Kant insan özgürlüğünü moral yasaya saygıda görmüştür; politik liberalizmin önemli simalarından Locke siyasal sistemin devletin gücünü pekiştirme yerine bireylere düşünce inanç ifade seyahat örgütlenme özgürlükleri sağlaması gerektiğini vurgulamıştır; Montesquieu dinsel siyasal yürütme ve yasama gibi çeşitli güçler arasında 'güçler ayrımı' yoluyla devletin keyfiliğinin önlenerek özgürlüklerin güvenceye alınması gerektiğini savunmuştur; varoluşçu filozoflar özgürlüğü varoluşsal bir 'kaygı' temelinde anlamış Sartre insana aşkın her tür determinist anlayışa karşı çıkarak insan yaşamını özsel bir anlamı olmayan bir olumsallık (contingence) olarak görmüş ve özgürlüğü angajmanın kaynağı saymıştır; I. Berlin ünlü ayrımında negatif ve pozitif özgürlükleri ayırdederek negatif özgürlüğü kendimizi sansürsüz ifade etme serbestçe dolaşma gibi istediğimizi gerçekleştirme bakımından engellenmeme; pozitif özgürlüğü ise kamu işlerine katılma ve kararlarda etkili olma gibi gerçek bir eylem gücüne sahip olma şeklinde tanımlamıştır vb.
Moles (1972 1978) Kurt Lewin'den hareketle insan özgürlüğünü topolojik mekânda hareket etme açısından ele almış ve özgürlüğü bir dış gözlemcinin gözünde 'belirli bir alanda hareket eden bireyin hareketlerini ya da durumunu tanımlayan parametrelerin sayısının bu sistemi yöneten ilişkilerin sayısından fazlalığı' olarak tanımlamıştır.
Burada bir 'özgürlük derecesi' ve 'özgürlük alanı' fikri vardır. Belirli bir zamansal-mekânsal alanda A noktasından itibaren hareket eden bireyin hareketleri (tıpkı bir labirentte dolaşan fare veya bir sokakta yürüyen kişi veya bürokratik prosedürler arasında işgören bir avukat gibi) çeşitli parametrelerle tanımlanan bir hacim içinde düşünülebilir. Bu hacim onun özgürlük alanıdır.
Bu alan bireyin çeşitli hareketleri yapmasına izin veren veya yasaklayan kurallar ya da sınırlar tarafından şekillendirilir. Bu yasalar fiziksel (örneğin organik bir varlığın 500 derece sıcaklığa dayanamaması) biyolojik (bir insan 100 m.yi 2 saniyede koşamaz) sosyal (sosyal normlar) moral (moral değerler) ve hatta istatistiksel (muhtemel davranış alışkanlıklarını yansıtan düzenlilikler) nitelikte olabilir. Bütün bunların ışığında insanın Özgürlüğü bireyin yaptığı eylemleri tarafından tanımlanmaktadır; yasaklanmamış veya engellenmemiş eylem ve hareketler bireylerin zamansal-mekânsal çerçevedeki yol çizgisi özgürlük hacmi veya alanı olarak belirmektedir.
Moles buna ek olarak sınırların esnekliği fikrinden hareketle 'marjinal özgürlük' ve kentsel ortamda ve bürokratik sistemde bloklar arasında kalan ve tanımlanmamış alanların gözleminden hareketle de 'ara özgürlük' kavramlarını önermektedir. Özgürlük özerklikle de ilişkilidir. Etimolojik anlamında özerklik kendi saptadığı yasalara göre hareket eden bireyin özelliği olarak tanımlandığında özgürlük bir bakıma özerkliğin tezahürüdür.
Chappuis'ye (1994) göre Kant'tan itibaren pek çok düşünür özgürlüğü diğeriyle ilişki evrensel moral ödev ve sorumluluk terimleriyle ilişkilendirerek tanımlamıştır. Bu anlamda özgürlük (özgürlük pratiği) eğitim süreci içersinde öğrenilmektedir. Psikoloji vokabüleri de ö-zerkliğin tanımında sorumlulaştırma kavramını öne çıkarmaktadır.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Özerklik her şeyden önce bireyin diğerleriyle ve toplumla ilişkiye girdiğinde varlığının derinlerinde hissettiği bir duygudur. Yaşanan özgürlük bir zevk kaynağıdır ben'i genişletir dışa açar egonun taleplerini doyurur. Akılla aydınlatıldığında özerkliğe ve sorumluluk almaya ***ürür; obje statüsünden özne statüsüne seyircilikten aktörlüğe geçişi kolaylaştırır.
İnsanın geriye döndürücü ideolojik ve afektif determinizmler üstünde kişisel zaferidir özgürlük (hayvan iç ve dış belirlemelere bağlıdır). İnsan anı örgütleyebilir geleceği tasarlayabilir yani tercihlerde bulunabilir. Yaşantı olarak özgürlüğün insani niteliğini kazanıp koruması için etiğe dayanması gereklidir.
Egzistansiyalistlere göre özgürlük oluşum halindeki (en devenir) yaşamın bir tezahürüdür; insan duygu ve eylem olarak yaşanan özgürlük sayesinde öznel ve nesnel dünyanın deneyimini yaşar; kendiyle ve diğerleriyle karşılaşır. Geçmişten köklenir gelecekte yansır.
Özgürlük ancak kişisel olabilir. Kendisinde olmaktan (en-soi) kendisi için olmaya (pour-soi) geçişi sağlar. Sartre'ın deyişiyle 'insan olmadığıdır ve olduğu değildir.' Burada kendisinde varlık sabit donmuş olanı insanı sayısız bağımlılıklara kapatanı temsil ederken kendisi içinlik mümkün olanın bilinçte ortaya çıkışıdır.
Sartre'a göre Ben kendini diğeri tarafından sabitlenmiş bakılmış hisseder; diğeri onu istediği gibi kavrar zira diğeri özgürlüktür; benim özgürlüğüm sahtedir zira diğerinin bakışıyla benden çekinip alınabilir? Bu ilişkide ben ancak kendinde olabilirim ve ancak ben de diğerini aynı şekilde gözlenen nesne mertebesine indirgediğimde kendisi için haline gelirim.
Bu ikilik (dualite) her bir kişinin total olarak özgür olma güçlüğünü açıklar veya açık ya da kapalı bir varoluşa yol açar. Herkesin kendi kaderini çizmek kendi elindedir.
E. Mounier angajmanı yücelten bir filozof olarak insanın kendi sınırlarını aşmak için yaratıldığım savunur: İnsan yaşanan anda içerilmiş (implique) olarak mevcuttur sonra eyleminin anlamını daha iyi kavramak için kendi üstüne geri gelir. Bu dışsallaştırma-içselleştirme şeklindeki ikili hareket içinde kendini yavaş yavaş inşa eder. (Kaynak; Chappuis 1994)
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Şöhret

Diğeriyle ilişkinin temel süreçleri çerçevesinde ortaya atılan şöhret (reputation) kavramı bir topluluğun bir birey hakkındaki yargısı olarak tanımlanabilir. Söz konusu birey her zaman olmasa da çoğu zaman bu topluluğun üyesidir; yargıya gelince çoğu kez doğrudan gözlem sonucu değil diğerleri tarafından ve sözel yollardan aktarılan verilere dayanır. Toplulukta meşhur kişiler başka bir topluluk üyesi veya tarihsel-mitolojik kahramanlar (Robin Hood Jeanne d'Arc vb.) olabilir.
Şöhret bir toplulukta kişiler arası iletişim sürecinde oluşur. Günlük yaşamda diğerleri hakkındaki enformasyonlarımız onları gözleme onlarla konuşma onlar hakkında başkalarının gözlemleri gibi çeşitli kanallardan beslenir ve tüm bunlar genellikle kısa şematik yargılar haline dönüşür. Bu yargılar söz konusu bir kişinin yaptıklarından ziyade sürekli/kalıcı karakter özellikleri (namussuz gözükara becerikli gibi) üzerinde odaklaşır.
Bu yargılar (ve dayandıkları veriler) diğerleri tarafından paylaşıldığında kişiler arası iletişime konu olurlar; herkes değerlendirmelerini karşılaştırır sonuçlarını test eder birbirini etkiler. Bu sosyal süreçlerin sonunda herkesin hemfikir olduğu noktalar aynı temsile sahip olduğu karakter özellikleri birbiriyle bütünleşir ve hakkında konuşulan kişi meşhur olur.
Sosyal psikologlara (Emler 1994) göre şöhret her şeyden önce çeşitli insanî niteliklere ilişkindir (İyi ekmek yapan bir fırıncı usta bir iz sürücü vb.) Bu nitelikler çoğu kez topluluk açısından önemlidirler. Söz konusu bir nitelik ne kadar önemli algılanırsa kişinin şöhreti de o ölçüde büyür. Ayrıca kişinin doğrudan ve kolayca gözlenebilen niteliklerinden (dışadönüklük sıcak kanlılık) ziyade daha çok gözlem gerektiren nitelikleri (cesaret cömertlik) şöhrete daha uygundur. Yine bu hususla ilgili olarak şöhret sık görülen niteliklerden ziyade nadir görülen nitelikler etrafında oluşur.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Stres Egzaması Nedir? Belirtileri Nelerdir?



Stres egzaması nedir, belirtileri nelerdir, bu hastalık daha kimlerde ve vücudun hangi bölgesinde görülür... İşte ayrıntılar...
Deri; kişinin iç ve dış ortamları arsında bir sınır oluşturan, duygularımızın ve reaksiyonlarımızın yansımasında önemli rolü olan bir organdır. Yapılan araştırmalarda; dermatolojik hastalıkların yaklaşık yüzde 40 kadarında, eşlik eden bir psikolojik bozukluk olduğu görülmektedir. Strese bağlı olarak ortaya çıkan deri hastalıkları arasında en sık görüleni 'stres egzaması' olarak da bilinen 'liken simpleks kronikus' dur.Kimlerde görülür?Stres egzaması, son derece yaygın bir hastalıktır. En sık görüldüğü yaş grubu 30-50 yaş aralığıdır. Kadınlarda erkeklerden daha sık görülür. Hastalık, obsesif kişilik yapısına sahip kişilerde ve alerjiye yatkınlığı olan bireylerde daha sık görülür.Belirtileri nelerdir?Bu hastalık başlangıçta görünür herhangi bir bulgu olmaksızın kişinin kaşıntı duyması ve sürekli kaşıntı ve sürtünme sonucu ortaya çıkan belirtilerle karakterizedir. Kaşınan bölgelerde zamanla kızarıklık kepeklenme ve deride kösele benzeri kalınlaşma ile birlikte pul pul deri dökülmeleri ve kabuklu yaralar ortaya çıkar. Egzama ilerlerse bu bölgelerde zamanla sulantı, ağrı, açık yaralar ortaya çıkabilir. Daha da ilerlerse bu yaralardan deriye giren bakteriler enfeksiyona yol açabilir. Tedavi edilmezse kaşıntı sürekli bir hal alır ve giderek vücudun değişik yerlerine yayılır.Vücutta nerelerde oluşur?Vücudun herhangi bir yerinde görülebilmekle birlikte en sık saçlı deri ense sınırında, sırtta kürek kemiklerinin üzerindeki deride ve bacaklarda ortaya çıkar. Özellikle kullanılan elin ulaşabildiği deri alanlarında akşamları artan kaşıntı ile kendini gösterir. Hastalık bazen makat bölgesini de tutabilir ve şiddetli dayanılmaz kaşıntıya yol açabilir.Tedavisi nasıl yapılır?Tedavi edilmeyen ve ihmal edilen durumlarda, deride geri dönüşümsüz belirtiler meydana gelebilir. Deride kalınlaşma ve deri renginde koyulaşma bazen yıllarca sürebilir. Stresin tetiklediği bu hastalık da strese neden olur ve olay bir kısır döngüye girer. Bu nedenle hastalığın erken tanısı ve tedavisi önemlidir.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Angajman Nedir? Angajman Kuralları Nelerdir?


Son dönemde Suriye ile gerginleşen ilişkiler sonrasında sık kullanılan "Angajman" kelimesi bir çok kişi tarafından merak edilmeye başlandı. İşte "Angajman" kelimesinin anlamı ve detaylar... "Angajman" kelimesinin anlamı: Siyasi ve askeri literatürde taahhüt ve anlaşmaların bağlantılı olduğu mutabakat bütünlüğü anlamında kullanılan kelimenin sözcük anlamı "bağlantı"dır. Son dönemde kullanılan anlamı; iki ülke arasındaki bağlantıyı sağlayan yazısız kuralların tümü...Türkiye dün Suriye tarafından atılan ve Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesine düşen top mermisi ile 5 vatandaşını kaybetti. Olayda 10 kişi de yaralanırken, Başbakanlık'tan yapılan açıklamada ''Bu menfur saldırıya, sınır bölgesindeki Silahlı Kuvvelerimiz tarafından angajman kuralları doğrultusunda anında gereken karşılık verilmiş, radarla tespit edilen Suriye'deki noktalara top atışı yapılarak hedefler vurulmuştur'' denildi. Ardından Başbakanlık bir hamle daha yaptı ve Suriye konusunda sınır ötesi operasyon için hükümete yetki veren tezkere Bakanlar Kurulu üyelerince imzalanarak TBMM'ye gönderildi. Bu iki gelişmenin ardından akıllara "Angajman nedir? Tezkerenin içeriğinde neler var?" soruları geldi. ANGAJMAN KURALLARIAngajman kelime olarak yükümlülük altına girme, üstenme, taahhüt etme, toplumsal, siyasal bir eylemin içinde yer alma, ve ona bağlanma anlamlarını taşımaktadır. Angajman Kuralları ise bir ülkenin başka bir ülkenin hava sahasını ihlal etme veya ülke topraklarında oluşacak bir tehdide karşı yapılacak askeri müdahaleleri kapsamaktadır. Örneğin bir uçak hava sahamızı ihlal ederse Türkiye hemen uyarıya başlıyor. Uyarı neticesinde hava sahamızı terk etmez ise savaş uçaklarımız havalanıyor ve bu uçağı inişe zorluyor. Yine de karşı bir durum sergiliyorsa ateş açma hakkımız doğuyor.SURİYE TEZKERESİ'NDE NELER VAR?Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla TBMM Başkanlığı'na gönderilen tezkerede, şunlar kaydedildi:''Suriye'de devam etmekte olan krizin bölgesel istikrar ve güvenliğe olduğu kadar, ulusal güvenliğimize menfi etkisi giderek artan şekilde görülmektedir.Suriye Arap Cumhuriyeti Silahlı Kuvvetlerince yürütülen askeri harekatlar kapsamında, 20 Eylül 2012 tarihinden itibaren ülkemiz topraklarına da saldırgan eylemler yönelmiş ve müteaddit uyarılarımıza ve diplomatik girişimlerimize rağmen bu eylemler devam etmiştir. Ülkemiz topraklarına yönelik söz konusu saldırgan eylemler silahlı saldın eşiğindedir.Bu durum, ulusal güvenliğimize ciddi tehdit ve riskler oluşturan bir aşamaya ulaşmıştır. Bu itibarla, ülkemize yönelebilecek ilave risk ve tehditlere karşı zamanında ve süratle hareket etmek ve gerekli tedbirleri almak ihtiyacı hasıl olmuştur. Bu çerçevede, hudut, şümul, miktar ve zamanı Hükümetçe takdir ve tespit edilmek kaydıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesi ve görevlendirilmesi ile bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için bir yıl süreyle izin verilmesini Anayasanın 92. maddesi uyarınca arz ederim.''TBMM'DEN YETKİ GEREKİYORBaşbakan Erdoğan'ın hazırladığı tezkerede bahsedilen Anayasa'nın 92. maddesi, savaş ilanına iznin TBMM tarafındann alınabileceğini belirtiyor. İşte o made. Savaş Hali İlanı ve Silahlı Kuvvet Kullanılmasına İzin VermeMilletlerarası hukukun meşru saydığı hallerde savaş hali ilanına ve Türkiye'nin taraf olduğu milletlerarası andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller dışında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye'de bulunmasına izin verme yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisinindir.Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde veya ara vermede iken ülkenin ani bir silahlı saldırıya uğraması ve bu sebeple silahlı kuvvet kullanılmasına derhal karar verilmesinin kaçınılmaz olması halinde Cumhurbaşkanı da, Türk Silahlı Kuvvetlerinin kullanılmasına karar verebilir.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

İşkolizm Nedir? Belirtileri Nelerdir?





"Şu maile de bir yanıt yazayım... Şu dosyaya da bir göz atmam lazım..." diye ofiste saatlerinizi geçiriyor, telefonunuza gelen mailleri kontrol etmeden duramıyor musunuz? Bekleyen işleriniz yüzünden vicdan azabı duyuyor, kendinize zaman ayırıp sinemaya gittiğinizde huzursuz mu oluyorsunuz? Bağımlılık Uzmanı Prof. Dr. Kültegin Ögel sizin bir işkolik olabileceğinizi söylüyor.
İşkolizmin tedavisi için, diğer bağımlılıklar gibi önce kabul edilmesi gerekiyor. Küreselleşme rekabeti artırırken çalışanların üzerindeki baskı da günden güne artıyor. Uzun mesai saatleri, akıllı cep telefonları ve dizüstü bilgisayarlar sayesinde ofis dışında da devam ediyor. Başarma arzusuyla yola çıkıp "çalışmaya son verememe" noktasına ulaşıldığında ise tehlike çanları çalmaya başlıyor. Prof. Dr. Kültegin Ögel, bir tür bağımlılık olan işkolikliğin tedavi edilmediği takdirde depresyona yol açan bir hastalık olduğunu söylüyor.
Kime işkolik denir?
İşkoliklik aslında çok çalışmak olarak kabul edilir ama değildir. Bazen gerektiği için de çok çalışabiliriz. Ama işkolizm "çalışmayı durduramamakla" ilgilidir. Davranışsal bir bağımlılıktır. Kimyasal olarak beyinde yaratılan değişiklikler bağımlılık yaparken, davranışsal olarak geliştirdiğimiz alışkanlıklar sonucu da beyin değişiyor. Bu yüzden yanlış olduğunu bildiğimiz halde bazı davranışlarımızı sürdürüyoruz. Çünkü aslında o davranışı biz değil beynimiz yürütüyor.
Bu bir hastalık mıdır?
Kişinin psiko-sosyal işlevlerini yani yaşamını bozduğu için işkoliklik hastalık olarak kabul ediliyor. Mide ülserindeki gibi hafif bir ağrınız varsa ve sizi çok rahatsız etmiyorsa sorun yoktur ama çok ağrınız varsa ve yemek yiyemiyorsanız hasta olduğunuz kesinleşmiştir. İşkoliklik için de bu durum geçerli. Hayatınızı etkileyip size zarar vermeye başladığında işkolikliğiniz artık hastalık haline gelmiştir. İş kültürü işkolikliği destekleyebilir.
Bulaşıcı mıdır?
İşyeri ortamı ve kültürü de işkolikliği etkileyebilir. Eğer yanımda biri işkolikse ben de ona yetişmek için işkolik olmaya, ona benzemeye başlıyorum. Patronum işkolikse ben işkolik değilsem çok dikkat çekerim diye düşünüyorum. Dolayısıyla kişiler zamanla çok çalışmanın normal olduğunu ve çalışmayı durdurmamayı bir kural olarak düşünmeye başlıyor.
Aynı ortamda herkes işkolik olmuyor, neden?
Kişilerde işkolikliği destekleyen dört ana faktör var: Duygularını kontrol edememek, dürtüsellik, ödülseverlik ve aidiyet hissi. Aidiyet hissini "Oraya ait hissediyorsam orada rahatımdır" olarak tarif edebiliriz. O yüzden bazı işkolikler, işte çok başarılıdırlar ancak hayatın başka alanlarında başarılı değillerdir. O zaman bu kişi ne yapacak? Kendini işe ait hissediyorsa oraya daha çok zaman ayıracak. Ödülseverlik ise haz almak, başarı kazanmaya bağımlılıktır. Dürtüsellik kişinin içinden gelen şeyi durduramamasıdır. Tam işi bitirecekken "Şuna da bir bakayım" der. Duygularını kontrol edememek ise iş yapmadığı zaman kişinin kendini kötü hissetmesi, diğer sorunlarını düşünmemek için işi, çalışmayı tercih etmesidir.
İnsanları işkolik olmaya yatkın hale getiren etkenler var mı?
Kişi aşırı sorumluluk sahibi ise ve sorumluluk almadığı zaman suçluluk duyuyorsa, kendisi için bir şey yaptığında bu çevresi tarafından ayıplanan ve eleştirilen bir durumsa, işkolikliğe yatkın hale gelebilir.Hep üretmeye yönelik bir aile ortamında büyüdüyse o zaman "Ben kendime zaman ayırmamalıyım, sorumlu olduğum işleri çözmeliyim" diye düşünce geliştirebilir. Başarısız eleman mükemmeliyetçi bir işkolik olabilir.
İşkoliklerin sizin gördüğünüz tipik özellikleri var mı?
İşkoliklerin gördüğüm önemli bir özelliği genelde "yorulunca" mola vermeleridir. Halbuki yorulunca mola vermenin, performansa önemli bir pozitif katkısı olmadığını biliyoruz. Yorulmadan ara vermek, yani belli periyotlarla mola vermek ise zihne bir tazelenme sağlayacağı için performansı pozitif etkiler.
Bir işkolik her zaman başarılı mıdır?
Bu dört faktörün dışında işkolizme en çok mükemmeliyetçi kişilerde rastlıyoruz. İki tür mükemmelliyetçi var, narsist ve obsesif. Obsesifler titiz ve detaycılar, "Her şey tam olsun, doğru olsun" diyenler. Narsistler ise "Ben en iyisini yaparım, en iyisi olmalı, daha iyisi varsa o da olmalı" diyenler. Bunlar en mükemmeli yakalamaya çalışırken hiç işe başlayamıyor, hiç adım atamıyor, en baştaki işi yapamıyorlar. Bu da başarısızlığı getirebiliyor. Türkiye'de işkolikliğin nedeni sınırların belirsizliği.
Türkiye'de işkolizmin gelişiminde bir farklılık var mı?
Yurtdışında işlerin belli kuralları var; Türkiye'de ise sınırlarımız ve kurallarımız çok net değil, dolayısıyla daha çok çalışabilir ve daha çok puan alabilirsiniz. Yurtdışında gereğinden fazla iş yaptığınızda eleştiri alabilirsiniz. O yüzden bizde işin ucu kaçabiliyor. Kişinin iş dışında heyecan duyduğu bir uğraşı olmalı.
İşkolikler nasıl iyileşebilirler?
Öncelikle kişinin işkolik olduğunun farkına varması ve "Bu bana zarar veriyor" demesi gerek. Ancak bu şekilde tedavi için bir adım atabiliriz. Kişinin probleminin nerede olduğuna ve hayatında başka bir şey olup olmadığına bakıyoruz. Hayatında bir şey derken hobi gibi iş dışında bir uğraş, heyecan duyduğu bir aktiviteyi kastediyorum. Eğer yoksa kişinin bir hobi edinmesi gerekiyor. Hobisi olması ve hobisine zaman ayırdığında suçluluk duygusu yaşamamasını amaçlıyoruz. Tedavi olmazsa önce "Tükenmişlik Sendromu" ve arkasından depresyon gelişiyor. Sınır kaybolduğunda depresyon kaçınılmaz.
Geçmişe göre işkoliklik artıyor mu?
Eskiye göre günümüzde geçerli olan kent yaşamında modernizmle birlikte artan başarı verekabet daha önemli, işyerine ait olma duygusu daha fazla. Bunlar işkolizmi artıran faktörler. Bu şekilde ilerlediği sürece de artacaktır. Yeni nesilde de hep daha iyi olmak isteğinden kaynaklanan bir işkoliklik eğilimi var. Gelişen teknoloji de insanları daha çok ofise bağladığı için işkolizmi artıran bir unsur.
İş dışında da mailler sürekli telefonlardan kontrol ediliyor, bu normal mi?
Bu durumda işle diğer hayat arasındaki sınır kayboluyor. İki hayatın nerede başlayıp nerede bittiğinin limitleri kayboluyor. Bu yüzden "iyi bir şey değil" diye düşünüyorum. İşte iş yapılır, eğlenilirken de eğlenilir. Hem çocuğa bakıp hem maillerinize bakıyorsanız sınırlar belli değildir. Tersten de aynı şey geçerli. İşyerinde çocuğumla konuşuyorsam bu durum patronun hoşuna gitmez. Yaşamlarımızın sınırlarının net olması gerek. Hobilerin yeri ayrı olacak, işin yeri ayrı olacak.
İşkolikliğin kriterleri
İşkoliklik 7 bağımlılık kriteri ile belirleniyor.
1- Çalışmayı durduramamak
2- Boş zaman aktivitelerine çok az zaman ayırmak ya da hiç zaman ayırmamak
3- Çalışmadığı zaman kendini rahat hissedememek
4- Çalışmaktan dolayı diğer sorumluluklarını ihmal etmek
5- Kendisine zarar vermesine rağmen çalışmaya devam etmek
6- Zamanın büyük bölümünü iş ile ilgili geçirmek
7- Çalışmaya ayrılan süreyi giderek artırmak
Bir kişide yukarıdaki kriterlerden 3 tanesinin olması işkolik olduğunu gösteriyor.
İşkolik nasıl yönetilir?
1. Hedefi iyi koyun.
2. Motive edin, iyi bir şey yaptığı zaman övün.
3. Mola vermesini öğretin.
4. Limit koyun.
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Psikolojide Kavramlar

Psikanalizin Kavram Haritası


Psikanalitik kuram denilince, zihinsel işleyiş ve bunun insanda gelişimi ile ilgili bir varsayımlar topluluğunu anlıyoruz. HAZIRLAYAN: Gülay YİĞİTOĞLU (Taşdemir)Psikanalitik kuram denilince, zihinsel işleyiş ve bunun insanda gelişimi ile ilgili bir varsayımlar topluluğunu anlıyoruz.Ego psikolojisi (Hartmann), nesne ilişkileri ve kendilik psikolojisi konusundaki derinleşmelerle psikanalitik kuram bugün değişmelere uğramıştır.Freud’un insan sorunlarının oluşumunda cinselliğe verdiği önem ve bu görüşlerin dinsel inançlarla çatışıyor olması, diğer yandan gelişim kuramında kültür farklılıklarına yeterince önem vermemiş olması önceleri Freud’la çalışmaya başlayan Carl Gustav Jung, Alfred Adler, Otto Rank ve Karen Horney’in ondan ayrılmalarına neden olmuştur.Adler, insanoğlunun temel sorununu, doğuştan var olan bir aşağılık hissine karşı, bir kudret ile çekişme olarak görmüştür. Ona göre nörozun esası, kişilerin karakter yapısı ve ego dürtüleri ile ilgili bir sorundur.Jung, insanoğlunun cinsellikten çok, daha yüksek bir takım kuvvetler tarafından etkilendiğini ve insanın hayvani yapısının, yaratıcılık kudreti ile bir bağdaşma hali yaşamak zorunda olduğunu ileri sürmüştür. Libidoyu da yeniden tarif ederek onu genel bir hayat enerjisi olarak nitelendirmiştir. Jung insanın kendisini yenilemeye çalıştığını ve yaratıcı bir gelişim içinde olduğunu savunmakta ve kişiliğin ırksal ve soy gelişimsel yönlerine önem vermektedir. İnsanları içe ve dışa dönük olmak üzere iki gruba ayırmıştır. Bu grubun her bölümünün hislere, düşlere, düşünceye, içgüdüye ve duygusal bölümlere ayrıldığını belirtmiştir.Otto Rank’e göre duygular ve düşünceler, insan davranışlarının başlıca belirleyicileri ve denetimcileridir. İnsanların tepki getirecekleri olayları ve görecekleri tepkileri kendilerinin seçtiğini ve çevrelerini yine kendilerinin yarattığını, insanın dünyaya bazı eğilimlerle birlikte geldiğini savunmuştur.Karen Horney, bozuk davranışların aile içi ilişkilerdeki aksaklıklar sonucu ortaya çıktığını savunmuştur. Horney ayrca oedipus karmaşasının çocukla ana-baba arasındaki cinsel saldırgan türde bir çatışma olmadığını, bu karmaşanın ana-babanın çocuğa karşı geliştirdiği ret etme, aşırı koruma ve cezalandırma gibi kusurlu tutumlar sonucu, çocukta oluşan anksiyete sonucunda ortaya çıktığını belirtmiştir. Ayrıca, Freud’un kadın psikolojisini belirleyici en önemli etmenin, erkek üreme organına imrenme olduğu biçimindeki görüşüne şiddetle karşı çıkmıştır. Kadın psikolojisinin temelinde güvensizlik duygusunun varlığını kabul etmiştir; ancak bunun cinsel organların anatomik farkları ile pek ilgisinin olmadığı görüşünü savunmuştur.Ego AnalistleriPsikanalitik kuramda en önemli değişiklikler ego analistleri ya da neo-freudçular olarak bilinen bir grup tarafından yapılmıştır. Bu hareketin öncüleri arasında Anna Freud, Eric Ericson, David Rapaport ve Heinz Hartmann’ı sayabiliriz. Egoanalistleri, Freud’un tasarladığı insan modelinin içgüdüsel hareketlere aşırı bağımlı olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ayrıca Freud organizmanın çevre ile olan etkileşimini göz ardı etmediği halde, bu model insanın zihninde gelişen dürtülerle harekete geçirildiği bir dürtü modelidir. Ego analistleri insanın çevresini kontrol etme ve bazı içgüdüsel hareketlerini gerçekleştirmesini sağlayacak zaman ve araçları seçme yetenekleri üzerinde daha fazla durmuşlardır. Bunlar davranışların tarihsel sebeplerini araştırmak yerine, mevcut yaşama koşulları üzerinde durmuşlar, insanı bir taraftan doğuştan gelen enerjilerle, bir taraftan da dış olaylarla şuraya buraya itilen, sürekli olarak bu çatışan etkiler arasında uzlaşma sağlamaya çalışan statik bir varlık olarak görmemişlerdir. Onlara göre davranış, sağlıklı bir şekilde gelişiyorsa insan hem bu davranışı hem de diş olayların etkisini kendi seçtiği tepkilerle kontrol etmektedir. İnsanın kaderi doğal enerjilerin ya da dış olayların elinde değildir.Normal uyum özelliği gösteren davranışlar üzerinde durduklarından, davranış bozuklukları hakkında geliştirdikleri teorik formülasyonları da buna oranla azdır. Bununla beraber ana düşünce, ego kontrolü tehlikeye girdiğinde davranışın patolojik bir duruma dönüştüğü şeklindedir. Bu nedenle ego fonksiyonları haz enerjilerini ya da çevreden gelen istekleri kontrol edemediğinden ya da idare edemediğinden ruhsal bozukluklar görülebilmektedir.İd psikolojisi egonun bütün enerjisini id’den aldığını söylerken, ego psikolojisi ise id’den ayrı olarak hafıza, algılama ve motor koordinasyonu gibi doğuştan gelen ego süreçleri üzerinde durmuştur. İlgilenilen konular, kimliğini bulma, içtenlik ve ego bütünlüğüdür.Nesne İlişkileri TeorisiNesne ilişkileri dış dünyaya ait bir kişiyi değer verilen bir bütünlük olarak ve bu kişinin özne ile ilişkisini içermektedir. Ayrılma-bireyleşme evresine ilişkin tartışmalar sırasında, Mahler kişi ile dış dünya arasındaki içe alınmış nesneler ile bilinçdışı arasındaki sürekli karşılıklı değişimlere dikkat çekmiştir.Fairbairn, Kernberg ve Kohut gibi nesne ilişkileri teorisyenleri, kişiler ve objeler arasındaki ilişkilerin insan yaşamındaki organize rolünü incelemişlerdir.Nesne ilişkileri, kişiler arasında değil, zihinde oluşan olaylardır. Nesne ilişkileri, insanın yaşamının ilk dönemlerinde diğer insanlarla kurduğu ilişkilerden oldukça etkilenir ve bunun sonucu olarak sonraki ilişkileri etkiler.Yaşamın ilk birkaç ayında benlik ya da obje yoktur. Bu döneme saplanıp kalmak, bu çocukta içe dönüklüğün şiddetli bir patolojiye dönüşmesine sebep olur. Bunun sonucunda ise kişide, kendine ait bir imaj oluşmadığı için mental organizasyon oluşturmaması ve ayrıca objelerle ilişki kuramaması durumları görülür. Çocuk daha sonra ayırt etme dönemlerine girer. Bu dönemde objeleri diğerinden ayırabilir. Ayırt etme yeteneğinin çalışmaması ise sembiyoz saplanma olarak görülen bir sembiyoz psikozuna sebep olabilir.Kendilik psikolojisiKohut’a göre ideal kimlik tipi, kendine saygılı ve kendine güvenen bağımsız kişiliktir. Kimliğinden aldığı güvenle, kişi başkalarına aşırı derecede bağlanmaz ve anne babalarının kopyası olmaz.Kişilik gelişimi dönemlerinde ebeveynler, çocuğun yansıtılma ve idealize edilme ihtiyaçlarını karşılayamazlarsa, çocuk problemli bir kimlik geliştirir. Kohut yansıtılma ve idealize edilme ihtiyaçları tam olarak karşılanamamış ve bu yüzden narsist kişilik geliştirmiş farklı tipler üzerinde durmaktadır. Örneğin yansıtılma eksikliği hisseden kişilikler beğenilmeye ve taktir görmeye açtırlar. Sürekli olarak her şeyin merkezi olmak isterler. Bu tür kişiler dikkat çekmek için, ilişkiden ilişkiye, performanstan performansa geçerler. İdealize olmak isteyen kişiler ise prestijleri ve güçleri için istedikleri kişiyi sonsuza kadar arama çabası içindedirler. Saygı duyabilecek birini bulabilirlerse, bu aramanın her şeye değdiğini düşünürler.Temel kavramlarPsikanalitik kuramın temelini oluşturan iki temel ilke vardır. Bunlar;1-Nedensellik-Psişik determinizm2-Bilinçdışının insanın ruhsal hayatında çok daha dominant bir rol oynadığıdır.1-Nedensellik-Psişik DeterminizmHiçbir şeyin ya da olayın şansa bağlı ya da rast gele olmadığıdır. Her ruhsal olay ondan öncekiler tarafından belirlenmiştir. Zihinsel yaşamımızdaki olayların öncekilerle ilintisiz ve rast geleymiş gibi olmaları sadece görünüştedir. Her unutma ya da yitirmeye, olayla ilgili kişinin bir niyet veya isteğinin neden olduğu gösterilebilir. İster normal ister patolojik olsun, günlük hayatımızda her yaptığımız işin ve söylediğimiz sözcüğün bir anlamı, bir geçmişi ve bir de geleceği vardır.2-Bilinçdışının (Unconscious) VarlığıPsikanaliz, zihnimizden geçen süreçlerin çoğunun bilinçdışı olduğunu ilk kez iddia eden disiplin olmuştur. Bir düşünce, bir his, bir rüya, hatırlanan veya hatırlanmayan bir anı, o anlarda artık bilincimizde olmayan bir takım süreçlerle kendilerinden evvel gelen düşünce ve hislerden devamlılıklarını koparmışlardır. Yıllar boyu sorulmuş olan klasik soru şudur; bilinçdışının varlığını nasıl kanıtlarız? Cevap: rüyalar, hipnoz, hipnoz sonrası telkin, günlük hayatımızın dil sürçmeleri, unutkanlıklar, otomatik yazma. Tüm bunlarda bilinçsel kontrol ortadan kalkmıştır.Mental Enerji: Doğada tek bir enerji vardır ve değişik görünüm almalarından ibarettir. Enerji ortadan kaybolmaz, fakat birikebilir, saklanabilir, kanalize edilebilir, bloke edilebilir veya kullanılabilir. Bir alandan başka bir alana kaydırılabilir.Devamlılık Prensibi ve Tekrar Dürtüsü: KonstantlıkEnerji dağılımı Freud’un kuramında en başta gelen prensiplerden biridir. Organizma bir uyaran karşısında kalınca bir gerilim ve denge bozukluğu ortaya çıkar. İşte organizma bu denge bozukluğunu düzeltmek ve gerilimi ortadan kaldırmak için tepkilerde bulunur ve tekrar dengesini elde etmeye çalışır.Ekonomi Prensibi: Enerji yok olmaz. Bir şeye, olaya enerji yüklendiğinde o şey mental enerji ile dolar. Buna katheksis denir. Enerji yüklenen nesneler, olaylar veya organizmanın kendisi kathekde olur. Bu enerji yok olmayacağına göre şekil değiştirebilir veya başka alana kaydırılır.Zevk ve Haz Prensibi: Organizma dengede olduğu zaman mutludur. Doyum bulduğu zaman haz duyar ve bunu yaşam boyunca hep arar. Gerilim doyumsuzluğun ve bazı şeylerin eksik olduğunun işaretidir. İşte organizma bunu kapatmaya çalışır. Gerilim sonucu biriken enerjiyi boşaltma ve huzura kavuşma savaşındadır. İnsan davranışlarında görülen bozukluklar mental enerjinin yeterince kullanılamaması, bloke olması, saplanması, dolayısıyla kişinin gerginliğinin huzursuzluğunun sonucudur.Freud’un Temel Kuramları1-Topografik Kuram2-Yapısal Kuram3-Libido Kuramı4-Ruhsal-Cinsel (psikoseksüel) Gelişme Kuramı5-Ruhsal Çatışma, Savunmalar ve Belirti Oluşumu Kuramı6-Sağaltım ve Araştırma Yöntemi Olarak Psikanaliz1-Topografik KuramFreud’un bölmesel varsayımında zihinsel işlemlerin bu üç bölgesi, hiçbir zaman beyinde anatomik bir yapıya ve bölgelere karşılık olarak düşünülmemiştir. Zihinsel işlemlerin tümü birden kavramsal olarak bölmelere ayrılmış ve bunlara bilinç, bilinçöncesi, bilinçdışı adları verilmiştir.Bilinç: gerçekle uyumu önde tutan, mantıksal düşüncenin egemen olduğu bölmedir. Bilinçlilikte düşünce, duygu ve anılardaki neden-sonuç, zaman, yer bağlantıları gerçeğe uygun olarak kurulur ve bunlara dayanan eylem uyumludur. Gerçeği değerlendirme yetisi ile dış gerçekte olanla zihinde olan birbirinden ayırt edilir. Çocukluğun ilk yıllarında düşünce biçimi böyle mantıksal ve dış gerçeğe uyumsal nitelikte değildir. Çocukluğun ilk dönemlerindeki ilkel ve gerçeği tanımayan düşünce biçiminden, zamanla olgunlaşma ve öğrenme ile ayrışarak gelişen bilinçli mantıksal düşünceye ikincil süreç (secondary process) adı verilir. İşte bilinçte egemen olan düşünce biçimi ikincil süreç niteliğini taşır.Bilinçöncesi: Kişinin belirli bir anda bilincinde ayırt edemediği birçok düşünceleri ve anıları vardır. Bazıları bilinçli bir çaba ile çağrılabilir. İşte bu çeşit düşüncelere bilinçöncesi düşünceler adı verilir. Bunlar bilincimizde o an bulunmadığı halde özel bir çaba ile bilince çağrılabilir. Örneğin; bir süre önce karşılaştığımız bir olayı artık bilincimizden tümüyle silmiş olabiliriz. Bu olay ile ilgili bir çağrışım, bir uyaran tüm olayın yeniden bilince dönmesini sağlayabilir.Bilinçaltı: Kişinin özel bir çabası ile bilince çağrılamayan, farkına varılamayan saklı olduğu ruhsal bölmedir. Bu yaşantılar ancak özel yöntemlerle; hipnoz, serbest çağrışım, düşlerin, anormal ruhsal belirtilerin incelenmesi ile açığa çıkarılabilir.2-Yapısal KuramFreud’un düşüncelerindeki sürekli değişme ve gelişmeler giderek topografik kuramı terk etmesine ve yapısal bir kişilik modeli geliştirmesine yol açmıştır. Kişilik üç ana sistemden oluşmaktadır. Bunlar; id, ego, süperego’dur. Davranışlar bu üç sistemin etkileşiminin bir ürünüdür ve bu sistemlerden biri diğerinden bağımsız olarak çalışamamaktadır.İd (altbenlik): Kalıtımla geçen, doğuştan varolan, yapıda yerleşmiş bulunan her şeyi içerir. Bedenden kaynağını alan içgüdüsel dürtüler ruhsal anlatımlarını ilk olarak altbenlikte bulurlar. Tümden bilinçdışıdır ve bilinçdışı süreçlerdeki kurallar, daha doğrusu kuralsızlıklar geçerlidir. Dış dünya ile bağlantısı yoktur. Zaman ve yer kavramı tanımaz. Birbirine karşıt dürtü ve eğilimler yan yana bulunabilirler. Cinsel ve saldırganlık dürtülerin boşalımı sağlanabilir.Ego (benlik): Düzenleyici dizge adını da verebileceğimiz benliğin özellikleri ve işlevleri;*İçerden dürtüsel gereksinimlerin algılanması,*Dış dünyadan koşulların ve durumların algılanması,*Bütünleştirme ve birleştirme yetisi ile dürtülerin birbirleriyle, üstbenliğin istekleri ile düzenlenmesi ve çevresel koşullara uyabilecek bir niteliğe sokulması,*Yürütme yetisi ile istemli davranışın eyleme geçirilmesi benliğin temel işlevi uyumdur. Bu uyumu yaparken benlik, bir yandan organizma içindeki ilkel dürtüsel güçlerle; bir yandan çevresel koşullar ve gereklerle; bir yandan da üstbenliğin istekleriyle bağdaşmak, bunlar arasındaki bir uzlaşma sağlamak zorundadır.Benliğin görevi organizmayı acıdan korumak ve doyum sağlamaya çalışmaktır. Altbenlikte egemen olan doyum ve haz ilkesine (pleasure principle) karşılık, benlikte egemen olan gerçeklik ilkesidir. Gerçeği değerlendirme yetisi bireyin ruhsal dünyasının içinde ve dışında olup bitenlerin ayırt edilebilmesidir. Neyin düşünce, neyin eylem ve olay, neyin imge, neyin gerçek olduğunun bilinmesidir. Bu bir benlik işlevidir.Benliğin içerden gelen uyaranlarla, dışarda bulunan koşullar arasında bir denge kurmaya çalışması, bir yandan organizmanın doğal gelişme yetileri (bellek, algılama, zeka) bir yandan da engellenme ve çatışmalara karşı geliştirdiği savunma yolları ile gerçekleştirilir.Süperego (üstbenlik): Bireyin uzun çocukluk yıllarında benliğin bir parçası giderek ana-baba ve toplumsal değer yargılarını içeren bir yapı olarak ayrışır. Bu özel yapıya üstbenlik denir. Çocukluğun ilk yıllarında çocuk yanlış ile doğruyu, iyi ile kötüyü yalnız kendi dürtüsel doyumuna göre değerlendirir. İkinci yaştan başlayarak çocuk çevreden gelen iyi-kötü, yanlış-doğru değer yargılarını anlamaya başlar. Anne-baba ya da başka önemli kişilerin neyi onayladıklarını, neyi beğendiklerini ayırt edebilir. Onaylanmayan bir davranış yapınca dışardan bir acı geleceğini (sevginin azalması, azarlanma, belki dayak) sezebilmektedir. Giderek çocuk başkalarının gözü önünde neyin yasaklandığını öğrenir ve bu yasağı başkalarının önünde yapınca korku ve utanç duygusu duyar. Bu duygular üstbenlik gelişiminin öncüleridir.Psikanalitik kuramda üstbenliğin gelişmesi genellikle oedipus karmaşasını çözmek için yapılan özdeşime bağlanmakla birlikte, çocuğun daha sonraki dönemlerinde de toplumsal ilişkilerle sağlanan özdeşimlerin de üstbenlik gelişiminde yer aldığını unutmamak gerekir.Yargılayıcı dizge adını da verebileceğimiz üstbenliğin insan yaşantısındaki belirtisi suçluluk duygusudur. Kimi bireylerde üstbenlik çok katı ve özür tanımaz, bağışlamaz bir güçte gelişmiş olabilir. Benlik katı bir üstbenliğin baskısı altında ezilebilir. Böyle ağır cezalandırıcı, suçlayıcı üstbenlik gelişimi birçok ruhsal bozukluğun doğuşuna neden olabileceği gibi, çok gevşek bir üst benlik gelişimi de bireylerin toplum içinde önemli uyuşmazlıklarla karşılaşmasına yol açabilir.Güdüleme(Motivation)Güdü (motive) deyince, organizmayı belli ve düzenli bir davranışa yönelten herhangi bir durumdur. Bu organizmanın fizyolojik bir gereksiniminden doğabileceği gibi (açlık güdüsü), psikososyal gelişme sürecinde öğrenme ile de doğabilir (başarı güdüsü). Açlık güdüsü deyince açlığı karşılayan ve onu ortadan kaldırmak için gerekli davranışları başlatan bir durum, başarı güdüsü deyince başarı gereksinimini karşılayacak davranışı başlatan bir durum.Dürtü (drive): Bir eksiklik ya da hoş olmayan bir uyaranın etkisi altında dengesi değişmiş olan organizmanın eski durumunu alabilmesi için bir itme, bir canlandırmadır. Bu tanımlamalardan güdü ile dürtü arasında önemli bir ayrım olmadığı görülmektedir. Her iki terim birbirinin yerine kullanabilirse de, genel olarak dürtü terimi biyolojik gereksinimleri belirleyen itici güç için (açlık, susuzluk, cinsel dürtüler) kullanılmakta; güdü de dürtü anlamını da içine alan, fakat daha çok yaşam deneyimleri belirleyen daha genel ve kapsayıcı bir terim olarak kullanılmaktadır (güven, korunma, onuru koruma güdüsü).İçgüdü (instinct): Değişmeyen türe özgü kalıplaşmış davranış örüntülerini doğuran ve sürdüren güçlerdir. Dürtüler, güdüler özlerini, amaçlarını, nesnelerini değiştirebilmelerine, gelişebilmelerine, öğrenme ile ortaya çıkabilmelerine karşılık; içgüdüler, türe özgü davranış örneklerini başlatan değişmeyen ve doğal olarak bulunan güçlerdir. Kuşların göç etmeleri, balıkların özel yerlerde yumurtlamaları gibi.3-Psikanalitik Dürtü Kuramı (Libido Kuramı)Canlı organizmalardaki yapım ve yıkım süreçlerini başlatan iki temel dürtü, ölüm dürtüsü ve libidodur. Ölüm dürtüsü yıkıcı davranışları başlatan güçtür. Böyle bir dürtünün doğal varlığı tartışma konusudur. Saldırgan yıkıcı dürtülerin doğuştan var olan bir temel dürtü olmadığını, engellenme ve çatışmalarla ortaya çıkan, gelişen bir güdü olduğu görüşü benimsenmiştir. Libido kuramı çok eleştirilmiş olmakla birlikte genellikle daha çok kabul görmüştür.Freud’a göre libido cinsel haz veren herhangi bir nesne ya da uyarana yönelme anlamında kullanılmaktadır. Bu anlamda, sevilen, hoşlanılan her nesnenin cinsel niteliği vardır. Libido aslında cinsel dürtünün dinamik belirtisidir. Genellikle libido ile cinsel dürtü eş anlamda kullanılmaktadır.Libidonun temel özellikleri;*Libido karmaşık başka öğe, dürtülerden oluşur ve bunlar parçalanabilir (oral, anal, genital dürtüler)*Her öğe dürtü kendi kaynağının özelliğini taşır ve kaynaklar libididinal bölgeler olarak bilinir (oral, anal bölgeler)*Her dürtünün bir amacı ve nesnesi vardır. Amacı boşalma ve doyumdur.*Bir öğe dürtü öbüründen bağımsız ya da birlikte bulunabilir. Örneğin; cinsel doyum için ağız ve eşeysel organ hem birlikte, hem de ayrı kullanılabilir.*Dürtüler birbirleriyle yer değiştirebilirler. Birine bağlı enerji yüklemi öbürüne aktarılabilir. Örneğin; yüceleştirme ile cinsel dürtü amaç ve nesnesini tümden değiştirerek cinsellikten sıyrılmış bir güdü durumuna gelebilir.Libido başlangıçta bedene yatırılmıştır ve bu duruma birincil narsizm denir. Benlik yapısı gelişirken ve çevredeki nesnelerle ilişkiler, bağlar kurulurken bu nesnelerin ruhsal aygıt içindeki tasarımları üzerine libididinal yüklenim ve buna nesne libidosu denir. Ancak kişideki libidonun bir bölümü sürekli olarak benlikte yatırılmıştır (birincil narsizm). Bireyin kendi benliğini sevmesi, ona bağlı olması anlamına gelen birincil narsizm, yaşayabilmek için gereklidir. Yetişkin çağlarda olumsuz koşullarda, ağır güvensizlik durumlarında bireyin nesnelere yüklenen libidosunu geri kendi bedenine ve benliğine çekmesi ikincil narsizmdir. Bu durumda birey dış nesnelere olan sevgi ve ilgi bağlarını kendi bedenine ve benliğine yöneltir. Çevredeki uyaran ve nesnelerle ilgileri, bağları azalır; içine kapanır ve giderek iç dünyası ve kendi bedeninin uyaranları ile ilgilenir, onlardan doyum arar. Bu ikincil narsizm durumu hipokondriazis ve içe kapanım (şizofreni gibi) durumlarda belirgindir.4-Ruhsal-Cinsel Gelişme Kuramı (Psikoseksüel Kuram)Gelişim dönemleri:Oral Dönem (0-1 Yaş): Bu dönemde egemen olan haz ilkesidir; doğal dürtülerin hemen doyurulması, gerginliğin hemen giderilmesi çocuğun en başta gelen beklentisidir. Bu döneme oral dönem deyişinin nedeni; bu çağda ağız ve dudakların özel haz bölgesi olarak kullanılması ve tüm yaşamın bu bölge aracılığıyla sürdürülebilmesi gerçeğidir.Ağız ve dudaklar eşyaların tanınmasına yaramaktadır. Her eline geçen şeyi ağzına götürerek eşyayı, dünyayı tanıma yolunda gelişmeler sağlamaktadır. Tam bir narsizm içinde bulunan çocuk zihninde yavaş yavaş annenin ve başka haz veren nesnelerin imgeleri oluşur. Narsistik libido, giderek artan derecelerde, dışardaki doyum veren nesnelerin zihnindeki imgelerine yatırılır (nesne libidosu). Böylelikle oto-erotizm yavaş yavaş azalır; doyum, nesne ilişkilerinden sağlanmaya başlanır.Bu dönemde çocuk için haz ve doyum veren nesne iyi, bekleten gereksinimini hemen karşılamayan nesne kötüdür. Çocuk iyi nesneleri kendince iyi yanlarını kendi içine atar (introjection). Böylelikle iç alım ve içe atım düzenekleri daha sonraki yıllarda başvurulacak olan özdeşim düzeneğinin öncüleri olurlar.Bu dönemin sorunları; ayrılma anksiyetesi, çocuğun aşırı doyurulması ya da doyurulmaması nedeniyle oral döneme saplanma ve bağımlı kişilik oluşur.Anal Dönem (1-3 Yaş): Çocuğun yürümeye, konuşmaya, kendi benliğini çevresinden ayrı algılamaya başladığı; yavaş yavaş bağımsızca isteme ve davranma gibi ruhsal yetilerin yapı taşlarını geliştirdiği çağdır. Psikanalitik kurama göre anal, üretral bölgeler cinsel haz bölgeleri olmuştur.Çocuğun dışkısını, idrarını tutabilmesi, annenin istediği zaman, istediği yerde yapması çevreden büyük ilgi görür. Böylelikle çocuk artık toplumun iyi-kötü, doğru-yanlış ve ayıp gibi yargıları ile karşılaşır.Bu dönemde çocuk ters, inatçı, dağınıktır. Dışkısını inatla tutabilir ya da olmadık yerde bırakabilir. Bu nedenle bu döneme anal sadistik dönem adı da verilir.Bu dönemde çocukta ambivalans duygular yoğundur. Çocuk bu dönemde her eylemin olumlu, olumsuz yanı arasında bocalar. Çocuk anal-sadizm, kirlilik, ambivalans tutumlara karşı savunma düzenekleri oluşturur. Bunlar karşıt tepki kurma, yalıtma ve yer değiştirmedir. Bu savunmaların yerleşmesi ile anal kişilik gelişir.Bu dönemin sorunları; ailenin yanlış yaklaşımlarından dolayı anal saplanma va anal kişilik özellikleri oluşabilir. Anal kişilikte, aşırı titizlik, cimrilik, inatçılık, aşırı düzenlilik, kararsızlık gibi özellikler vardır.Fallik Dönem (3-6 Yaş): 3 yaşından başlayarak artık eşeysel organın kendisi cinsel haz bölgesi olmuştur. Bu dönemin en önemli iki sorunu; iğdişlik (kastrasyon) korkusu ve oedipus karmaşasıdır. Çevreden ve başka insanlardan ayrı bir kişi olduğunu bilen çocuk, artık nasıl bir kişi olacağını araştırmaktadır. Kendi bedenine, cinsel ayrılıklara, çevredeki her şeye karşı derin, bitmek bilmez sorma ve öğrenme eğilimi gösterir. Bu döneme bu nedenle bilme tutkusu dönemi de denir. Çocuk cinsel ayrımını yapar, cinsel yasakları ve değerleri hızla öğrenir. İğdişlik (kastrasyon) korkusu: Erkek çocuk bu dönemde penisin bütün insanlarda var olduğunu sanarken, kız cinsel organını görmesi ile düşüncesinde cinsel organların başına gelebilecekler bakımından korkular gelişir. Çocuk için penis üstünlüğünün kabul edildiği dönemde, penisi olamayan kişileri görmekle çocuk, penisinin yok edilebileceği, kesilebileceği korkusuna kapılır. Çocukta gelişen bu korkuya iğdişlik korkusu denir.Bu dönemde çocuğun masturbasyon yapmasına, gece işemelerine karşı aileden ya da herhangi bir kimseden gelen ve penisinin kesilip koparılacağı biçimindeki korkutmalar iğdişlik korkusunu uyaran dış etkenlerdir.Kızda, erkek çocukta olduğu gibi bir penis olmadığından, kız çocuğun cinsel yaşamdaki ilk duygusu penisi olmadığını keşfetmesi ile ilgilidir. Derin bir eksiklik duygusu altında kız çocukta penise imrenme, yani kendisinde de penis olma isteği belirir. Erkekteki iğdişlik korkusunun kızdaki karşılığı penise imrenme duygusudur.Oedipus kompleksi: Freud bu dönemde erkek çocuğun annesine özel bir sevgi ile yönelerek babasıyla yarışmaya girmesi ve ondan nefret etmesi, kız çocuğunda babaya sevgi duyması ve annesinden nefret etmesidir. Kız çocuğundaki bu duruma elektra karmaşası denilmiş fakat tutulmamıştır. Cinsel gelişim yönünden bir çocuğun oedipal aşamasına gelip çatışmaya girmesi için, ilk kez, kendisinde cinsel kimlik yerleşmesi gerekir.Oedipus kompleksi ve özdeşim: Özdeşim bir başkasının özelliklerini, duygu, davranış, değer ve inançlarını benimseyerek kişinin kendi benliğine alması, kişiliğin bir parçası durumuna getirmesidir. Bu genellikle bilinçdışı bir süreçtir. Klasik psikanaliz kuramında erkek çocuk babası, kız çocuk annesi ile özdeşim yaparak iğdişlik korkusundan ve oedipus karmaşasının çelişkili duygularından kurtulur.Latent Dönem(6,7-12,15)Bu dönemde çocukta daha önce geçirilmiş olan ruhsal-cinsel çalkantılar ve çatışmalar yatışma, uyuklama durumuna geçer. Yeni uğraşlar geçmiştir. Ana-baba özdeşimin yanı sıra başka kişilerle de özdeşimler önem kazanmıştır. Toplumsal kurallar ve kurumlarla yüzyüze geldikçe süperegosu daha da gelişir.Aslında bu dönemde bütün cinsel dürtülerin ve ilgilerin uykuya yattığı söylenemez. Bu yaştaki çocuklarda da cinsel meraklar, cinsel oyunlar görülür.Ergenlik ve Delikanlılık Dönemi(12,15-20): ergenlik çağı bedensel, cinsel ve ruhsal olarak önemli değişikliklerin olduğu bir dönemdir. Erkekte ve kızda delikanlılık ergenliğin ardından genç erişkinlik çağına dek uzanan dönemdir.5-Ruhsal Çatışma, Savunmalar ve Belirti Oluşumu KuramıEngellenmeDürtünün amacı boşalım ve gerginliğin ortadan kalkması, doyum ve hazdır. Bu amacın gerçekleşmesi için organizmanın yöneldiği doğrultuda bir engelin bulunması; bu nedenle boşalım ve doyumum olmaması durumuna engellenme denir. Organizmanın doyurulma gereksinimi süregeleceğinden, bu gereksinimin ortaya çıkardığı gerginlikte sürecektir. Bu durum hoş olmayan, istenmeyen bir durumdur. Organizma doğal olarak kendisine acı veren bir durumdan kaçacak ya da böyle durumları, etkenleri ortadan kaldırmaya yönelecektir.Engellenmeyi Doğuran Etkenlerİçten gelen etkenler: Bedensel güçsüzlükler, hastalıklar, suçluluk duyguları, korkular, kişinin benliğine sinmiş yasaklar.*Dıştan gelen etkenler: Doğal afetler, ekonomik çöküntüler, savaşlar, aşırı toplumsal yasaklar. Engellenme bilinçli bir süreç değildir, bilinçdışı birçok etkenlerle engellenme durumları ortaya çıkabilir.ÇatışmaOrganizma birbiri ile bağdaşmayan birçok dürtü ya da dürtü nesnesi ile karşı karşıya kalınca çatışma durumu ortaya çıkar. Türleri; yanaşma-yanaşma çatışması, uzaklaşma-uzaklaşma çatışması, yanaşma-uzaklaşma çatışması. Çatışmada bir engellenme durumudur ve gerginliğin artmasına yol açar.AnksiyeteDışarıdan gelen bir tehlikeye karşı olan duygusal tepkiye korku denir. Korku benliğe, varlığa yönelik bir tehlike durumunda kaçma davranışlarını başlatan bir duygudur. Korku bulunmasa organizma tehlikeli durumlardan kendisini hemen kurtarma, kaçma durumuna giremezdi.Kişi için tehlikeler yalnızca dışarda var olan nesnel tehlikeler değildir. Çoğu kez, insan kendi içindeki dürtülerden, eğilimlerden, geçmiş yaşantıların anılarından da korkabilir. Kişiyi hoş olmayan bir duruma sokan herhangi bir şey tehlike olarak algılanır. Bilinçli tehlikeye karşı tepki korku ise; bilinçdışı olan ve nesnesi kişice tanınmayan içten tehlikelere karşı tepki de bunaltıdır.Freud’a göre normal insanın duyduğu anksiyete ile nevrotik anksiyete birbirinden mantık ve anlaşılır olması bakımından ayrılmaktadır. Günlük yaşamda herkesin yaşadığı anksiyete gerçekçi anksiyetedir. Bunun yanısıra özellikle süperegonun vicdan diye bilinen bölümünün tehlikeli saydığı durumlarda ortaya çıkan anksiyete ise ahlaksal anksiyetedir.Egonun, içgüdülerin birden boşalma istemlerini engelleyememesi korkusu sonucu oluşan anksiyete ise nevrotik anksiyetedir.Anksiyetenin kaynaklarıAnksiyetenin birincil kaynakları:-Çaresizlik hisleri,-Ayrılma veya ayrılma tehdidi,-Yoksunluk ve kayıp,-Düş kırıklığı,-Anksiyetenin özellikle ebeveynlerden önsezi ve özdeşleşme ile geçmesi veya iletişimi: bebekten doğuştan annenin veya anne figürünün kendinin yaşantıları olabilecek sıkıntı, ilgisizlik, nefret duygularını sezebilme yeteneğine sahiptir.-Onaylanmamak veya önemli bir ergin tarafından onaylanmamak korkusu-Fiziksel tehditler: dış çevre, iç çevre (açlık, susuzluk, hastalık, fizyolojik durumlar), gerçek-aktüel fiziksel ve ruhsal taciz.-Şartlandırılmış cevaplar: bir bebek eğer seri halinde fiziksel ve ruhsal yoksunluğa ve acıya maruz bırakılırsa, ilerde ergenlikte kişi buna uyumlu olarak aşırı bir anksiyete reaksiyonu gösterebilir.Anksiyetenin ikincil kaynaklarıErgenlikte görülen anksiyete türleridir. Bilinç-süperego çatışması, Önemli kişilerin onaylarını alamama, Sosyal çatışma, Kendini korumada tehditler, Şartlanmış cevaplar: Kişi anksiyete yaratacak olaylara tanık olmuşsa bunun sonucunda fobik veya kompulsif nörotik tabloların oluşumuna neden olabilir. Düş kırıklığı ve düşmanlık, Çocukluktan kalan artıklar: ayrılma, özdeşleşme, yetersizlik, bağımlılık, Üzüntülü beklentiler.Psikanalitik kuramda nörozFreud represe edilmiş cinsel dürtülerin, ergenlik dönemindeki düş kırıklığın ardından bastırmanın etkisinden kurtularak nörotik semptomların geliştiğine inanmıştır. Nöroz represe edilmiş materyalin geri dönüşüdür.Yeni görüşlerinde Freud ‘dan farkı yoktur: İçten gelen dürtüler, kişide bir tehlike ve suçluluk hissi yaratırlar. Dürtüler ya agresif ya da cinsel kökenlidirler. Çatışma tümüyle veya gerçekçi olarak çözülmemiştir. Tekrarlanan psişik travmalarla, yetersiz kalan represyon mekanizmasının yardımına koşan diğer savunma mekanizmaları ile olan işbirliği sonucu semptomlar oluşur (symptom formation). Semptom oluşurken seçilen temalar, yani neye özel bir çeşit fobi veya obsesyon kliniğinin oluşumu ise semptom seçeneği olarak adlandırılır.Depresyon kuramı Kaybolmuş bir sevgi nesnesi, Kaybedilmiş nesneye esasında bir ikilem, Kaybedilmiş nesne içselleştirilmiştir, İçselleştirilmiş sevgi nesnesi özdeşleşilmiştir, Temelde kayıp nesneye karşı hissedilmiş ikilem ve onun içerdiği şiddet, şimdi kişinin kendine yönelmiştir.Psikoz kuramıFreud’a göre psikozlarda benlik bütünlüğü çatışma ile ego içinde kaybolur. Şizofreniyi ego mekanizmalarının bozulup hastanın regresyona girmesine bağlarlar. Klinik tabloya hakim regresyona karşın hasta, kopmuş olduğu gerçek dünya ile semptomları yoluyla bir ilişki kurmaya çabalar.Paranoyayı da bilinçötesinden gelen eşcinsellik hislerinin bilinç yüzeyine çıkması, bir yandan iğdişlik anksiyetesini tehdit etmesi olarak nitelendirmiştir.SapkınlıklarÇocukluk çağının cinsel gelişmesi sırasında libididinal kompleksler karşısında üç çözüm yolu söz konusudur: Birey kendini sapkınlığa kaptırır Birey onu zorlayan cinsel eğilimi, noksan bir şekilde bilinçaltına iter ve bastırarak nevrotik olur Birey gerçek olaylarla olumlu bir savunma mekanizması geliştirir ve normal cinsel yaşam oluşur.Psikanalitik kuramda sapkınlık kişinin cinsel kimliğine karşı tehdit ve tehlikelere karşı oluşur. Pregenital ve fallik dönemdeki anksiyeteler iki cinslilik identifikasyonları sapkınlıklara neden olmaktadır. Benliğin Savunma DüzenekleriBenliğin savunma düzenekleri, çatışma ve bunaltıya karşı kullanılan benlik işlemleridir. Genellikle bilinçdışı süreçlerdir ve birey, ne tehlikenin ne de kullandığı savunma düzeneğinin bilincinde değildir. Bunlar ;Bastırma, yadsıma, yansıtma, içe atım, yer değiştirme, kendine yöneltme, mantığa bürüme, karşıt tepki kurma, döndürme, yapma-bozma, saplanma, gerileme, düş kurma, yüceleştirmedir.Rüya KuramıFreud rüya imgelerinin bilinçdışındaki istek ve düşüncelerin simgeleştirme sürecinden geçmiş biçimleri olarak açıklamıştır. Böylece bilinçdışındaki isteklerin, bilinç düzeyine çıkmasına engel olunur. Uyku süresinde sansür gevşer ve bilinçdışındaki bazı duygu ve düşüncelerin önce biçim değiştirdikten sonra bu sınırı aşmasına olanak verilir. Rüya gören kişinin algıladığı imgeler, sınırı aşmış olan bilinçdışı duygu ve düşüncelerin, maskelenmiş biçimleridir. Rüyanın uyandıktan sonra hatırlanabilen kısmına, rüyanın belirgin içeriği adını vermiştir. Bilinçdışı ve kabul edilemeyecek olan içeriğine ise rüyanın gizli içeriği demiştir. KAYNAKLAR1-Len Sperry,M.D. (1994). Psikiyatrik Olgu Formulasyonları. Çev: Levent Küey. İzmir.2-Karahan, F. Sardoğan,M.E. (1994). Psikolojik Danışma Kuralları. Eren Ofset/İstanbul.3-Öztürk,M.O. (1998). Psikanaliz ve psikoterapi. Bilimsel Tıp Yayınevi/Ankara.4-Freud,S. (1993). Davranış Bozuklukları ve Tedavisi. İstanbul.5-Freud,S. (1993). Psikanalize Giriş. Gümüş Basımevi/Ankara.6-Brenner.C. (1998). Psikanaliz, Temel Kavramlar. Ankara.7-Yanbastı,G. (1996). Kişilik kuramları. Ege Üniversitesi Basımev./İzmir.8-Ersevim,İ. (1997). Freud ve Psikanalizin Temel İlkeleri. Nobel Tıp Kitabevleri/İstanbul.
 
Üst