Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Mustafa Kemal’in Şark Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya Çektiği Telgraf

(Mustafa Kemal’in önemli savaşların başlanacağına dair çektiği telgraf)

21 Ağustos 1921

Garp Cephesi

Şark Cephesi Kumandanı Kazım Karabekir Paşa Hazretlerine

Telgrafınızı Garp Cephesi karargahında aldım. Bir dağ ve bir fedakar kalsa dahi istiklal davamızın devam edeceği hakkındaki kanaati layetezelzelin Yunan Ordusu ile meydan muharebesine tutuştuğumuz bir anda tarafı devletinizden tekrar ve teyid edilmesi büyük inşirahı kalbi mucip oldu. Harekatı askeriye planımız tıpkı mütalaa buyurduğunuz gibi düşünülmektedir. Yalnız Ankara garbinde ciddi bir muharebe vermeyi mülahazatı umumiyeye nazaran zaruri görmekteyiz. Maahaza kuvvet ve vaziyetimiz dahi gayri müsait görülmektedir. Düşmanla muharebe teması hasıl olmuştur. Fevzi, İsmet Paşalarla beraber Garp Cephesi Karargahından selamlarımızı takdim ederiz.

Başkumandan
Mustafa Kemal
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Büyük Taarruz’un Başladığına Dair Şifre

25-26 Ağustos 1922

İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Beyefendiye

Garp Cephesindeki ordularımız tevfikatı Süphaniyeye istinaden Ağustosun yirmi altıncı Cumartesi günü düşmana taarruza başlayacaktır. Rauf ve Adnan Beyefendilere yazılmıştır.

Başkumandan
Mustafa Kemal


İcra Vekilleri Heyeti Reisi Rauf Beyefendiye

1- Harekatımızın mahiyetini düşmandan gizlemek maksadıyla şifre yazıyorum.

2- Düşmanın bir senden beri tahkim ve tel örgüler ile takviye ettiği mevaziden Afyon cenup cephesinde (Kaleciksivrisi, Diltepe, Belentepe, Kırcaaslan cenubundaki tepeler) aksamı zabitan ve efradımızın cansiperane hücumlar ile zaptolunmuştur. Düşmanın her taraftan muharebe meydanına trenle, otomobil ile ve maşiyen celbettiği mühim takviye kıtaaitle muharebe geç vakte kadar taarruz ve mukabil taarruzlarla bila inkıta devam etmiştir. Harekatı taarruziye yarın dahi devam edecektir.

Başkumandan
Mustafa Kemal
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Atatürk’ün Kazım Karabekir’e Çektiği Telgraf


(Başkumandan Mustafa Kemal’in Kazım Karabekir Paşa’ya çektiği telgraf)

“Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine,

C. 29.9.1338 şifreye.

Şark Cephesi şehit evlâtlarından elli kadarıyla Ankara’yı teşrif hakkındaki arzu-i âlileri muvafıktır. Yevm ve tarih-i hareketinizin işarını rica ederim.

Başkumandan Mustafa Kemal”
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

İsmet Paşa’ya İmza Yetkisi Veren Şifre


(İsmet Paşa’ya mukaveleyi imzalamaya yetkili olduğuna dair gönderilen şifre)

10 Ekim 1922

(Mudanya Konferansı)

Teklif olunan proje üzerinde tadil ve tebdili şayanı arzu olan noktaların ve istihsali lazım hususatın teminine son himmet sarf olunduktan sonra inkıtaa meydan vermeyiniz mukaveleyi imza ediniz. İmzanız Meclisin dahi inzimamı muvafakati kuvvetini haiz olacaktır. 10.10.38 4:45 ten sonra yazılmıştır.

Başkumandan
Mustafa Kemal
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Atatürk’ün Alınan Tebriklere Açık Teşekkürü

(Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine almış olduğu tebriklere açık teşekkürü)

1 Kasım 1923

Cumhuriyet Riyasetine intihabım münasebetiyle memleketin her tarafından aldığım samimane tebrikata ayrı ayrı cevap yetiştirmekte teahhurat olabilmesi ihtimaline binaen umumi olarak alenen takdimi teşekkürat eylerim.

Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

İsmet Paşa’ya Tebrik Telgrafı

(Lozan Antlaşması’nın yıl dönümü münasebetiyle, Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal’in Başvekil İsmet Paşa’ya tebrik telgrafı)

25 Temmuz 1930

Lozan muahedesini imzaladığımız büyük günün şerefli hatırasını tebcil, bundan duyduğum iftiharlarımı takdim eder, ve muhabbetle gözlerinizden öperim.

Reisicumhur
Gazi Mustafa Kemal
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Atatürk’ün Yunanistan Cumhurbaşkanı’na Çektiği Telgraf

(Balkan Anlaşması üzerine Yunanistan Cumhurbaşkanı’nın tebrikine verilen cevap)

11 Kasım 1934

M. Alexandre Zaimis Hazretleri
Yunan Reisicumhuru

Balkan anlaşma misakının imzası münasebetiyle Zatı devletlerinin tebriklerini büyük bir sevinçle aldım. Ve samimiyetle teşekkür ederim. Misaki imza eden memleketlerin devlet adamlarının anlayış ve uzağı görüşleri mahsulü olan bu misak ile Balkanlarda bir sükun ve saadet devresi açtıklarını görmekle bahtiyarım. Asil Yunan milleti ile Türk milleti arasında mevcut olup bütün Balkan milletlerinin birbirleri ile kardeş olmaları yolunda inkişaf eden dostluğun bu vesile ile bir kere daha teeyyüt ettiğini görmekten sureti mahsusa da zevk duymaktayım.

Gazi Mustafa Kemal
Türkiye Reisicumhuru
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Atatürk’ün Hatay’ın Bağımsızlığı'nı Kutlayan Telgrafı

(Hatay’ın bağımsızlığı dolayısıyla Dışişleri Bakanı’nın telgrafına verilen cevap)

27 Ocak 1937

Hatay’ın varlığı Cenevre’de tasdik olunurken göndermiş olduğunuz telgrafı aldım. Türk ideal ve iradesinin, milletler arasında başka bir ufuk açarak tecelli ettirdiği bu başarı münasebetiyle kıymetli çalışmanızın yüksek değerini bir kere daha takdir ettim. Sizi ve gayretli murahhas arkadaşları tebrik ederim.

K. Atatürk
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Atatürk’ün Abdülgani Türkmen’e Çektiği Telgraf

(Atatürk’ün Hatay Millet Meclisi Reisi Abdülgani Türkmen’in Telgrafına Verdiği Cevap)

7 Eylül 1938

Hatay Millet Meclisi Reisi
B. Abdülgani Türkmen
Antakya

Hatay Millet Meclisinin ve temsil ettiği Hatay halkının hakkımdaki güzel duygularını bildiren telgrafınızdan pek mütehassis oldum. Hatay Millet Meclisine başladığı mühim vazifede muvaffakiyetler ve Hatay halkına yeni idare altında saadetler dilerim.

K. Atatürk
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Mustafa Kemal’in Chicago Tribune Muhabirine Verdiği Mülâkat, 18 Eylül 1922

Chicago Tribune’ün İzmir’e özel olarak göndermiş olduğu muhabiri John Clayton, İzmir’de Mustafa Kemal Paşa hazretleriyle aşağıdaki mülâkatı yapmıştır:

Mustafa Kemal Paşa’nın yüz hatlarından yaşını tahmin etmek müşküldür. Otuz yaşında, kırk yaşında tahmin edilebilir. Kumral saçlı, mavi gözlü, orta boyludur. Hal va tavrı nazik, şahsiyeti mültefik ve caziptir. Büyük askeri kumandanlar tipine benzemez. Zevkinde, itiyadatında sadelik vardır.

Bugün kendisini ziyarete gittiğim zaman kartımı yaverine verdim.

-”Paşa Hazretleri birkaç dakika meşguldür. Şimdi sizi kabul edecektir” dedi. Yaver yanımdan ayrılarak gelişimi paşaya haber verdi. Dönüşünden sonra beş dakika kadar bekledim. Nihayet Milli Ordular Başkumandanı bizzat odaya girdi. Teklifsiz ve tekellüfsüz oturdu.

Kemal Paşa ordunun zaferlerinden, Türklerin ulusal isteklerinden garp devletleriyle yakında bir konferansta toplanmak isteğinde bulunduğundan söz açarak dedi ki:

-”Muzafferiyetlerimiz bizim taleplerimizi değiştirmemiştir. Evvelce istediğimiz şeylerden ne daha ziyade, ne daha az şey talep ediyoruz. Misak-ı Millimizde sebat ediyoruz.”

-”Müttefiklerle müzakereye hazır mısınız?”

-”Onlarla bir arada toplanıp müzakere etmeye ötedenberi âmade (hazır) bulunuyoruz. Misak-ı Milli’nin muhteviyatı bir sayfadan daha az yer tutuyor. Bütün Türk arazisinde hakiki istiklâl istiyoruz. Bizim için artık kapitülasyonlar mevcut değildir. İstanbul’u, Edirne’yi ve Trakya’nın ekseriyeti Türk olan kısmını istiyoruz.”

-”İstanbul’da iken beş sene için adli kapitülasyonların bırakılmasına razı olduğunuzu işitmiştim.”

-”Kapitülasyonların hiçbir kısmına istisnayı kabul etmiyoruz. Adli, mali veya askeri kapitülasyonların hiçbirini tanımıyoruz.”

-”Bahis, ordunun İzmir’e girişinden beri Türk askerinin ve sivillerinin harekâtına intikal etti.”

-”Görüyorsunuz ki İzmir’de hiçbir katliam vâki olmadı. Münferit yağma ve katil vukuatını menetmek gayri kabildir. Bir ordu 450 kilometre yol yürüdükten sonra bir şehre girer, sonra geçtiği yerlerde kendi evlerinin yakıldığını, yağmaya uğradığını, akrabasının öldürüldüğünü gözleriyle görürse böyle bir askeri zaptetmek müşküldür. Maamafih intizamın ihlâl edilmediğini görüyorsunuz. Biz intikam ve mukabelei bilmisil fikrinde değiliz. Buraya eski hesapları araştırmaya gelmedik. Bizim için mazi gömülmüştür.”

JOHN CLAYTON

Kaynak: İkdam Gazetesi, 20 Eylül 1922
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Mustafa Kemal’in Daily Mail Muhabirine Verdiği Mülâkat,20 Eylül 1922

Daily Mail gazetesinin İzmir’deki özel muhabiri Price, Mustafa Kemal Paşa ile yapılan mülâkatını gazetesine aşağıdaki şekilde hikâye ediyor:

Mustafa Kemal Paşa şarkta Türk muzafferiyetleriyle meydana gelen yeni durum hakkındaki mütalâsını bugün bana beyan etti. Sulh şartlarının da taarruz planları gibi tamamıyla hazır olduğunu söyledikten sonra dedi ki:

-”Artık muharebeye devama sebep kalmamıştır. Ben sureti ciddiyete sulh arzu ederim. Son taarruzu yapmaya arzum yoktu. Fakat Yunanlıları Anadolu’dan tard için başka çare bulamadım. Avrupa’da Meriç hattı hududundan fazla bir mütalebemiz yoktur. Boğazların emniyet ve serbestisi için her türlü teminat iraesine (gösterilmesine) hazırız. Boğazları tahkim etmemeyi deruhte ederiz. Fakat Marmara sahilinde İstanbul’u nagihanî (ani) bir tecavüzden vikaye (korumak) için tedafüi tahkimat icrasından menedilemeyeceğimiz tabiidir.”

Mustafa Kemal Paşa’nın Misak-ı Milli haricindeki sulh şartları Anadolu’daki tahribatın tazimininden ve Yunan filosunun Asya sahillerini tahrip edememesi için tesliminden ibarettir.

Sulh Konferansı’na iştirake müheyya (hazır) ise de konferans Türk arazisinde içtima etmeyecek olursa bizzat hazır bulunmayacaktır.

-”Yunanlılar, Türkiye Millet Meclisi Hükümeti teşkilâtını noksan addediyorlar. Halbuki bizim hükümetimiz Yunan hükümetinden daha sağlamdır. Vaziyet-i maliyemiz fena değildir. Anadolu’da mebzul (bol) zahirelerimiz vardır. Her türül müşkülât-ı dahiliyeye rağmen ordumuzun teşkilât, teçhizat ve zaptü raptı mükemmeldir.

Muzafferiyette gösterdiğimiz itidâlperverlik (ölçülü hareket) Yunanlıların tahribatperverliğiyle tezad teşkil ediyor. İngiliz milletinin artık Türkiye ile ticaret ve dostluk münasebetine şuru edeceğine (başlayacağına) eminim ve ümit ederim ki İngiliz rical-i hükümeti vekayii müşahede ettikten sonra hakkımızdaki mesleklerini tâdil edeceklerdir (değiştireceklerdir).”

PRICE

Kaynak: İkdam Gazetesi, 20 Eylül 1922
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Akşam Yazarı Falih Rıfkı’ya Son Taarruza İlişkin İzmir’de Verilen Demeç, 21 Eylül 1922

İzmir denizi karşısında, millet ordularının Başkomutanından zafer hikâyeleri dinliyoruz. Öncelikle kendilerinden saldırı kararının ne zaman verildiğine ilişkin bilgi verilmesini istedik.

- Sakarya Meydan Savaşını sonuçlandıran saldırımız, ülkeyi düşman ordusundan temizleyinceye kadar hareketi sürdürme kararının başlangıcı idi.

Bilindiği gibi Sakarya Savaşı’nın son günlerinde Yunan sol koluna ordumuz karşı saldırıda bulundu, işte Yunan ordusunu geri çekilmeye mecbur bırakan o karşı saldırıdır ki, ordumuz İzmir’e gelinceye kadar sürdü.

- Saldırı kararının uygulanmasında bir yıllık bir gecikme var. Harekâtın aralıksız niçin sürmediği açıklanır mı?

- Tersine aralıksız sürdü. Ancak, büyük bir saldırı kararının uygulanması birtakım hazırlıkları gerektirir. Bu hazırlıkların ihtiyaç duyduğu bir zaman vardır. Ancak, gecikme ve bekleme hiç olmadı denilemez, bunun nedenlerini de siyasal düşüncelerde aramak gerekir. Gerçekten, ordularımız çok önce bugünkü sonuca varmak gücünü kazanmıştı.

- Bu son askerî harekât ile gerçekleşen büyük başarılar, özellikle düşman ordusunun hızlı bir biçimde yok edilmesi, gerçekte bu ordunun maddî ve manevî gücü ile iç durumundaki karışıklıktan mı ileri geldi? Trakya’ya gönderilmiş güçlerin bıraktığı boşluk önemli mi idi?

- Bütün dünya bilir ki, Yunan ordusu… (noktalı yerler İngiliz sansürü tarafından çıkarılmıştır) teknik ve askerî gereklere tümüyle uygun biçimde kurulmuş ve düzenlenmiş güçlü bir ordu idi ve Yunan devletinin şimdiye kadar sahip olduğu orduların tümünden güçlü idi. Manevî durumunda, bilindiği gibi, bir karışıklık olduğuna ilişkin gerçek hiçbir belirti yoktur. Yunan askerlerinin, askerlerimizle karşılaştıkları zaman kendilerini gevşemiş gibi göstererek gerçekte bizi gevşetmeğe yönelik etkilemelerde bulunduklarına bakılırsa, tüm bu duyurmaların amacının ne olduğu anlaşılır. Bu biçimde bize Yunan ordusunun dağılmasını bekleyerek meselenin çözüleceği umudunu vermek istediler ve bu yararsız bekleme ile geçecek zamanın bizim ordumuzu dağılmaya uğratacağı kanısında bulundular. Son çarpışmalarda, özellikle Afyonkarahisar, Dumlupınar büyük meydan savaşı günlerinde düşmanın, direniş, savaşım ve tüm girişimleri gerçek ve önemliydi. Düşman ordusundan Trakya’ya önemli bir güç geçirilmemiştir. Abartmayla söz edilen bu kuvvet, yeni kurulmuş, ya da kuruluşları daha son bulmamış ve bir bölümü silâhsız iki üç alaydan oluşuyordu. Yunan ordusu tüm bölümleri ve tüm araçlarıyla Anadolu’nun içinde milletin kalbine saplanmış bir hançer durumundaydı.

- Sayın Paşa, Yunan ordusu daha iyi yönetilseydi uğramış olduğu bu sondan kurtulamaz mı idi?

- Düşman ordusu komuta ve subaylar kurulunun Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının komuta ve subaylar kurulundan aşağı olduğuna kuşku yoktur. Ancak Yunan komutanları ve subayları ordularını kurtarmak için her yola büyük gayretlerle başvurdular.

- İstanbul’da, ordularımızın düşmana baskın yaparak saldırdığı söylendi, bu noktanın da açıklanmasının istenmesine izin verir misiniz?

- Ordularımızın strateji ve düzenleme harekâtı günlerce düşmanın gözü önünde ve uçaklarının incelemeleri altında oldu. Bu harekâtımızı baskın sanıyorlarsa söylediklerinin doğru olması gerekir. Ancak, ben sanıyorum ki Yunan komutanlarıyla kurmayları, ordularımızın hazırlığından ve harekâtından bilgili idi. Ancak, ordularına ve özellikle Afyonkarahisar, Seyitgazi, Eskişehir ve tüm cephelerde bir yıldan beri çalışarak oluşturdukları ve her türlü araçlarla destekledikleri ve donattıkları savunma bölgelerine, çak fazla topçularına, sonsuz cephane kaynaklarına gereğinden fazla güveniyorlardı. Şu gerçekleri anlamamazlıktan geliyorlar ki, insanların savaşımında en güçlü korunak inanç dolu göğüslerdir.

- Saldırıdan iki gün önce Ankara’da gazetecilere tarafınızdan bir çay partisi verildiğini işitmiştik. Ayrıca İstanbul gazeteleri bu partiye ilişkin telgraflar yayımladılar. Buna göre, harekâtın başlangıcında sizin Ankara’da bulunduğunuzu sanıyorum.

- Gerçekten bu partiden söz edildiğini ben de duydum. Ancak bu parti değildi. Bazen insanlara varlık içinde olmadıkları çok partiler yöneltilir.

Şimdi görüşmenin asıl bölümüne gelmiştik:

- Taarruz harekâtı nasıl başladı ve nasıl gelişti? Bu Büyük Türk Zaferinin hikâyesini, en yüksek etkeninin dilinden dinlemekte coşku veren bir şey var.

- Taarruz harekâtı Afyonkarahisar güney cephesinde düşmanın bir kısım savunma sınırını ezip çiğneyerek uygulanmış bir yarma harekâtı ile başladı. Bunun arkasından düşman ordusunun ana kuvvetlerinin bir araya gelerek hazır bulunduğu Afyonkarahisar-Dumlupınar-Altıntaş üçlüsü içindeki harekâtı birçok kanlı savaşımlarla dolu meydan savaşına dönüştü. Afyonkarahisar-Dumlupınar meydan savaşı olarak adlandırılan ve beş gün süren savaşlar sonucunda düşman ordusunun ana kuvvetleri artık kuvvet olmaktan çıkarılmıştı.

- Başkomutan Savaşı adını alan savaş hangisi idi?

- Bu isim, büyük meydan savaşının son aşamasını oluşturan savaşa verilmiştir. Düşman ordusu meydan savaşı sırasında ikiye parçalanmıştı. Bunun büyük bir bölümü Dumlupınar’ın kuzeyinde Adatepe civarında bir dereye sıkıştırıldı ve orada yok edildi, ya da tutsak edildi.

- Büyük meydan savaşı olurken Eskişehir-Kocaeli-Menderes taraflarında nasıl hareketler vardı?

- Ordularımız hemen aynı günde Marmara’dan Akdeniz kıyılarına kadar uzanan tüm cepheler üzerinde her cephenin gerektirdiği derecedeki kuvvetlerle taarruza geçtiler. Her saldırı grubumuz büyük meydan savaşındaki harekât ile denk olmak üzere görevini başarılarla yerine getirmekte idi. Düşman ordusunun ana kuvvetleri İzmir yolunda yok edildiği sırada Eskişehir ve öteki düşman grupları da askerlerimizin süngüleri önünde geri çekilmekte idiler.

- İzin verilirse resmî bildirilerimize ilişkin bir açıklamada bulunacağım: Bildirilerimizde başarılarımız tümüyle anlatılmıyordu. Üstelik biz kendi zaferlerimizin derecesini Yunan bildirilerinden öğreniyorduk.

- Haklısınız. Biz resmî bildirilerimizde sadece askerî harekâtın sürekliliği ve gelişimini göstermekle yetindik. Elde ettiğimiz başarıların önemi ve büyüklüğünü o kadar yakından anlamıştık ki, bunun duyurulmasını düşmanlarımıza bırakmakta kötülük görmüyorduk. Üstünlüklerimizin düşman ağzından anlatıldığını işitmek ayrıca bir hoş değil midir?

- Akıncı denilen dağınık kuvvetlerimizin görevi ne oldu?

- Bu isim altında resmî bildirilerde gördüğünüz güçler, düşman gerilerinde çalışmakla görevlendirilmiş atlı birlikleriyle bir bölüm atlı sınıflarımızdır. Bu kuvvetler önemli işler gördüler, örnek olarak birçok kasaba ve köylerimizi yangın ve yıkımdan kurtarmışlardı.

Zaferin İstanbul’u ve tüm dünyayı şaşkınlığa düşüren, akıllara durgunluk veren yanlarından biri de sürati idi. Askerlerimiz İzmir’e girdiği zaman, Yunan ordusunun arta kalanları henüz şehri terketmemişti.

Bu çabukluğun nasıl olabildiğini Sayın Paşa’dan sorduk:

- Ordumuzun hızlı ve sıkı kovuşturması sayesinde… doğrusu daha saldırıya başlamazdan önce, dört yüz kilometreyi geçen uzaklık üzerinde kesintisiz ve tüm ordularla, düşmana soluk aldırmayacak kadar hızlı bir kovalama yapmak bakımından köklü hazırlıklarda bulunmuş ve önlemler almıştık. Düşman kuvvetleri büyük meydan savaşında yenildikten sonra Dumlupınar mevzilerinde, Uşak’ın doğusunda Takmak, Alaşehir, Salihli civarında ve son kez olmak üzere İzmir’in yirmi beş otuz kilometre doğusundaki hazırlanmış türlü türlü mevzilerde savunmaya girişti. Bu girişimlerin her birinde düşman ordusunun artakalanları bir kez daha yenilip bozgun edilerek ordumuz İzmir’e girdi. Görülüyor ki 26, 27 Ağustos günleri uygulanan yarma hareketi ile 28, 29, 30 Ağustos günlerinde gerçekleşen meydan savaşı aşamaları ve yukarıda saydığımız yerlerde düşmanı bozguna uğratan türlü saldırılara katıldığı hâlde ordularımız ana kuvvetleri ve tüm savaş araçları ile dört yüz kilometreyi on gün içinde aştılar. Diyebilirim ki, atlı tümenlerimizle yaya birliklerimiz düşmanı ezip İzmir’e yürümekle birbirleriyle yarışmışlardır. İzmir rıhtımında atlı askerlerimizin kılıçları denizde resimleşirken, yaya askerlerimiz Kadifekale’de Türk bayrağını gökyüzüne yükselttiler. Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının savaş tarihine verdiği son harekât örneğinin değeri, bu harekât tüm aşamalarıyla incelendikten sonra ve belki bugün değil, yarın anlaşılabilecektir. Büyük orduların yürüyüş birimi yanlış hatırlamıyorsak, günde 20, 25 kilometredir. Bundan dolayı, askerlerimize İzmir’e kavuşmak için her gün bu uzaklığı aştıran güç kaynağının ne yüce bir yurt aşkı olduğunu anlamak zor değildir.

- Harekâtta hedef tutulan amaç öncelikle yalnız İzmir’e girmek mi idi? Bursa’ya harekât nasıl çevrildi?

- Askerî düzenlememiz ve ayrılan kuvvetlerimiz her iki amaca güç ve güvenle ulaşmasını sağlayacak derecede idi. Gerçekten düşüncelerimizde doğruluğun bulunduğu İzmir’in sabah, Bursa’nın akşam olmak üzere her ikisinin aynı günde geri alınmış olmasından ileri gelir.

Sayın Paşadan bizim kayıplarımızla düşman kayıplarına ilişkin rakamların açıklanmasını istedim.

- Bu konuda belirlenen açıklamayı son bildiride duyurmuştum” dediler.

Bu bildirgenin İstanbul’da şimdiye kadar yayımlanmamış olması ihtimaline göre, sayıları yinelemek istiyorum: Bizim kaybımız, şehit, yaralı, hasta, zayıflar da içinde olmak şartıyla on bin kişiden oluşur. Yunanlılar yalnız öldürülmüş olarak yüz bin askerden fazla kayba uğramışlardır. Bugün yüz binden pek çok fazla Yunanistan çocuğu Venizelos’un yanlışlıklarını ödemek için Batı Anadolu’nun topraklarının altında yatıyor.

Görüşme bundan sonra politik duruma geçti. Bu konuya ait Başkomutanımızın bildirisi şöyle özetlenebilir:

Ordularımızın ilk hedefi Akdeniz’dir, ordularımız Misak-ı Millî hükümlerini tamamıyla gerçekleştirdiği zaman, ikinci ve üçüncü hedeflerine ulaşmış olacaklardır.

Sayın Paşa son söz olarak dediler ki:

Milletimiz zafer sevinciyle gerçek ve hayatının devamı için gerekli çıkarlarını unutacak kadar memnun olmamıştır.

Görüşme son bulduğu an, hava kararmak üzere idi. Yakup Kadri ile birlikte bu uzun söyleşinin kendinden geçirici havası içinden ayrılarak yerlerimize geri döndük.

Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, Mustafa Kemal ATATÜRK
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Mustafa Kemal’in United Press Muhabirine Telgrafla Verdiği Mülâkat, 22 Eylül 1922

Bursa, 22 Teşrinievvel (Eylül) 1922

- (Hususi muhabirimizden) Sekizyüz Amerikan gazetesi namına hareket eden United Press muhabiri Doktor Edward King İstanbul’dan Başkumandan Paşa Hazretleriyle telgrafla bir mülâkat yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Amerikan muhabirinin suallerine pek mühim cevaplar vermişlerdir. Muhabirin suallerini ve Paşa Hazretlerinin cevaplarını aynen gönderiyorum:

-”Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin sulh programındaki esaslı noktalar nelerdir?”

-”Misak-ı Milli.”

-”Boğazlar meselesinin halli için teklif buyurduunuz suret-i hal (çözüm şekli) nedir?”

-”İstanbul ve Marmara’nın emniyeti masun kalmak (korunmak) şartıyla Boğazların cihana açık bulunması esas maksadımızdır. Bu hususta alâkadar devletler ile beraber bulacağımız şekil, mâkul ve muteber olacaktır.”

-”Amerika Birleşik Devletleri hakkında ne türlü bir iktisadi siyaset takip edeceksiniz!”

-”Amerika’nın milli menfaatlerimizi âzami derecede tahmin edebilecek olan vâsi sermaye ve menabiinden (kaynaklarından: istifadeye ehemmiyet atfederiz.”

-”Amerika ve Avrupa efkâr-ı umumiyesine daha bazı şeyler bildirmek arzu buyuruyor musunuz?”

-”Amerika, Avrupa ve bütün medeniyet cihanı bilmelidir ki Türkiye halkı her medeni ve kabiliyetli millet gibi bilâ kay-ü şart (kayıtsız şartsız) hür ve müstakil yaşamaya kat’iyyen karar vermiştir. Bu meşru kararı ihlâle (bozmaya) müteveccih (yönelik) her kuvvet Türkiye’nin ebedi düşmanı kalır. Bu hususta cihan-ı insaniyet (insanlık âlemi) ve medeniyetin vicdan-ı hâlisi muhakkak Türkiye ile beraberdir. Memleketimizin uğradığı tahribatı imar ve senelerdenberi türlü türlü maniler altında tazyik edilen hayat-ı iktisadiyemizin meşru inkişafını temin ve fen ve irfan içinde çalışan bir hayata kavuşmak umde-i sulhiyemizdendir.”

EDWARD KING

Kaynak: Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi, 24 Ekim 1922
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Mustafa Kemal’in Yakup Kadri’ye Verdiği Mülâkat, 22 Eylül 1922

-”Buraya geldiğim gündenberi hep karargah muhitinde ve kumandanlarla zabitan arasında bulunuyorum. Bunun içindir ki bana, Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ni sık sık görmek nasib oluyor. Başkumandan İzmir şehrine girdikten sonra siyasî şahsiyeti askerî şahsiyeti kadar tebarüz etmeye başladı. Sulh için ne düşünüyor, ne söyleyecek, kendisine kadar vâki olacak teklifleri nasıl telâkki edecek, bu, dünyanın merak-âver (merak veren) hattâ müheyyiç (heyecan veren) muammalarından biridir. Başını ihata eden (çevreliyen) şa’şah zafer hâlesiyle (tacı ile) hâdisatın, âlemin ön safında duruyor, fakat herkese yine her vakitten ziyade uzak görünüyor ve o zafer hâlesinin nuru çehresine, bir türlü, siyaset meraklılarının aradığı aydınlığı veremiyor. Ben kendileriyle ilk mülâkatımda asıl bu anlaşılmayan taraflarını öğrenmek istedim, onun içindir ki, ilk sualim düne kadar yaptığı işlere ait olmadı, yarın ne yapmak fikrinde bulunduğunu sordum.” Dedim ki:

-”Paşa hazretleri, Dumlupınar Meydan Muharebesi kazanıldıktan sonra ordulara ilk hedefin Akdeniz olduğunu söylemiştiniz. ”İlk hedef” tâbirini kullanmakla takibi lâzım gelen ikinci ve üçüncü hedefler mevcud olduğunu zımmen (kapalı bir şekilde) ihsas ettiğinde anlaşılıyor. Lûtfen bu hususta biraz malûmat verir misiniz!”

Bilâtereddüt cevap verdiler, dediler ki:

-”Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının vazifesi Misak-ı Millî ahkâmını (hükümlerini) temin etmektir. Türkiye halkı, millî hudutları içinde bütün medeni insanlar gibi tam mana ve şümuliyle hür ve müstakil yaşayacaktır. Fakat bilirsiniz ki hareket-i askeriye, faaliyet-i siyasetinin ümitsiz olduğu noktada başlar. Ümidin emniyetbahş bir surette avdeti orduların hareketinden daha seri hedeflere muvasalatı (varışı) temin edebilir.”

Başkumandanın şu son cümlesi bana âtideki (gelecekteki) suali irad etmek (sormak) cesaretini verdi:

-”Herhalde, dedim; bu hedeflere ordu ile veya diplomasi ile vâsıl olmak hususlarındaki noktai nazarınızı (görüş tarzınızı) bilmek pek faydalı olur zannındayım.”

Paşa hazretleri ayni kat’i edâ ile:

-”Hiçbir vakit fuzulî yere kan dökmek istemedik ve istemeyiz. Milletimizin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hakikî zihniyeti böyledir. Şimdiye kadar dökülen kanların mes’ulleri cihan-ı medeniyetçe (medeniyet dünyasınca) tanınmış ise facianın devamına mahal (yer) yoktur.”

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine tasavvur ettiği sulhun mahiyeti hakkında bir sual daha sormak istedim; dedim ki:

-”Yunan ordusunu, senelerce kendi topraklarını bile müdafaadan âciz bırakacak bir surette müzmahil (dağıtıp) ve perişan ettiniz! Böyle büyük ve kahhar (yok edici) bir zaferden sonra sulhun tesisinde müzakerat-ı siyasiyeyi çetinleştirecek bazı yeni şartlar mevzuu bahıs olacak mıdır!”

Başkumandan tebessüm etti:

-”Bu suali sormakla faydalı bir iş yaptığınızı zannederim. Yalnız sizin değil, bütün dünyanın bize böyle bir sual tevcih etmeye hakkı var ve yine alacağınız cevapla bütün dünyayı tatmine delâlet etmiş olacaksınız.

Evvelâ herkesin kat’iyetle bilmesi lâzımdır ki, Türkiye halkının mukadderatına bizzat vaz’ülyed olması (sahip olması) suretiyle teessüs etmiş bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti ve yine herkesin sarih (açık) olarak bilmesi lâzımdır ki bugünkü Türkiye halkı asırlarca kendi iradesini başkasının elinde görmeye tahammül eden halk değildir ve asıl bilinmesi lâzım gelen cihet bugünkü Türkiye halkının ve hükûmetinin tûl-ü (aşırı emel) peşinde koşup kendi evni unutan ve harap bırakan sergüzeştçi insanlardan olmadığıdır. Binaenaleyh kemal-ı kat’iyetle (tam bir kesinlikle) beyan edebilirim ki hükûmetimiz neşve-i zaferle (zafer sevinciyle) menafi-i hakikiye (gerçek çıkarını) ve hayatiyesini unutacak kadar lanmur olmamıştır. Biz yalnız hukuk-u sarihamızı (açık hukukumuzu) emniyetle istihsal etmekten ibaret olan esasları takip ederiz. Türkiye Büyük Millet Meclisi teessüs ederken hangi hususları hayatî ve lâzımültemin (temini lüzumlu) görmüş ise bugün dahi yine aynı şeyleri mevzuu bahseder.”

YAKUP KADRİ

Kaynak: İkdam Gazetesi, 22 Eylül 1922
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

İleri Yazarı Celal Nuri’ye İzmir’de Verilen Demeç, 24 Eylül 1922

Son Zafer Hakkında:

Bu Mektubumda Mustafa Kemal Paşa’dan bahsedeceğim. Koca Gazi’miz Rıhtım boyunda -şimdi muhterik (yanmış) olan- bir gün akdem (evvel) bir sahilhanede oturuyordu. Her zamandan genç, çalâk…

-”Paşam bu zaferi aklım kavrayamıyor. Ver elini öpeyim.”

Karşımda çağın en büyük askerî duruyor. Son zafer kendisini her andan daha çok sevindirmiştir. Paşa, bundan sonra her türlü millî isteklerimize hem de pek yakında ulaşacağımıza inanıyor. Büyük Başkomutanımız zaferin çabukluğuna hayran.

-”Ne dersiniz? Yaya askerler de İzmir’e atlılarla birlikte katıldı… Bu ne mekânı atlarcasına geçme mucizesi?”

Paşa söylüyor:

-”Askere dinlenmelerini buyuruyorum. Asker dinlenmiyor ve İzmir’de dinleniriz; karşılığıyla savaşıyorlar!…”

İyice anladım ki, Mustafa Kemal Paşa bu savaşta yeni bir savaş yöntemi seçmiş ve herkesi şaşırtmıştır.

Bu saldırıda tasarlanan gizlilik bir şaheserdir. Bu kararı komutanlar bile bilmiyorlardı. Bunun yalnız üç beş sırdaşı vardı.

İşte o kadar…

Paşa söylüyor:

-”Artık Yunan ordusu adına hiçbir şey yoktur. Üstelik Yunan devleti bile yoktur. Rumeli’deki bir iki tümenden başka Yunan’ın hiçbir gücü kalmamıştır.”

Millî kutsal ateş Mustafa Kemal Paşa’nın gözlerinde parlıyordu. Çok kere Paşa, dünyanın bizi henüz anlayamadığını ve bu mucizeyi göstermede başarılı olamayacağımızı zannettiğini söylüyor.

Alçak gönüllülüğü ileri dereceye götüren Paşa, zaferin nedeni olmak üzere kutsal ve yüce Mehmetçiğimizi gösteriyor. Onun bu hakkını, bir çekince ile kabul ederiz: Mehmetçik ve komutanlarımız.

Bu muharebedeki sürat insanı şaşırtıyor. 26 Ağustos’ta başlayan zafer ve seyr-ü hareket 9 Eylül’de kemalini bulmuş ve bitmiştir. On beş günde sabık cepheden harp ede ede İzmir’e varmak… Bu işte, ordumuzun ve kumandanlarımızın bir sırr-ı zafer kerametidir.

Bu şerait (koşullar) altında değil harben, seyahat-ı âdiye ile bile iki haftada Afyon Karahisarı’ndan İzmir’e gitmek muhalat-ı kat’iyedendir (asla olamaz şeylerdendir).

Muharebe Mustafa Kemal Paşa’yı hiç yormamış. Şurasını anladım ki zafer ve galibiyet her türlü yorgunluğu gideriyor ve insana yeni bir mukavemet kabiliyeti izafe ediyor (ekliyor, katıyor).

Kaynak: 1-Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri I-III, Mustafa Kemal ATATÜRK, 2- İleri Gazetesi, 24 Eylül 1922
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Mustafa Kemal’in Petit Parisien Muhabirine Verdiği Mülâkat

Paris’te yayımlanan ve dünyanın en çok tiraja sahip gazetesi olan Petit Parisien Bursa’daki muhabiri vasıtasıyla Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ile bir mülâkat yapmıştır.

Fransız muhabiri, Gazi Başkumandanın sadeliğini ve onun simasındaki azim âsarını naklettikten sonra diyor ki: Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne şarkta ecnebiler aleyhine başlayan ve Ankara’dan gelir gibi görünen hareketin Fransız Efkârı Umumiyesi’nde husule getirdiği endişeden bahsettim.

İzmir’de, Bursa’da, Ankara’nın siyaseti yüzünden Fransız menfaatinin zarar görmeye başladığını, Fransızlar Türkler hakkındaki dostane siyasetlerinden dolayı bütün bütün müttefiklerinden ve bilhassa Romanya ve Sırbistan’dan türlü sitem ve hücumlara maruz olup dururken Türklerden müşkülât görmeleri onları elim bir hayrete düşürdüğünü, Fransa Hükümeti Türk müddeiyatını (iddialarını) hararetle müdafaa ettiği bir sırada Anadolu’da Fransız ticaret ve sanayiinin harabisini istilzam edecek (gerektirecek) bir meslek tutulmakta olmasını anlayamadığımızı söyledim ve Türk muhibbi (dostu) bir Fransız sanatkârının bana dediği gibi Kuvay-ı Milliye ordusunun zaferi şarkta Fransız menafiinin mahv-ü harâbisi demek olup olmadığını sordum. Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri sözlerimi pek ziyade dikkatle dinledi. Gazi Mustafa Kemal Paşa Anadolu’da sakin olan Fransız ve ecnebilerin birkaç haftadan beri işlerini tesviye ve milliyet hissiyatı hâd bir devreye girmiş olan bu memleketi tahliye ederek (boşaltarak) diğer Hıristiyanlar gibi hicrete mecbur kalmak üzere bulunduklarını bilecek kadar ahvalden (durumdan) haberdardır.

Gazi Başkumandan söze başlayarak dedi ki:

-”Bana, Avrupalıların ve bilhassa Fransızların şark’taki menafiinden (menfaatlerinden) bahsediyorsunuz. Her şeyden evvel şurası bilinmek lazımdır di Büyük Millet Meclisi Hükümeti kapitülasyonların ipkasını (bırakılmasını) asla kabul etmeyecektir. Şayet tebaa-i ecnebiye (yabancı tebaa) eskiden olduğu gibi bundan sonra da kapitülasyonlardan istifade etmeyi düşünüyorlarsa aldanıyorlar. Kapitülasyonlar bizim için mevcut değildir ve asla mevcut olmayacaktır. Fakat Türkiye’nin istiklâli her sahada tamamen ve kâmilen tasdik olunmak şartıyla kapılarımız bütün ecnebilere genişçe açık olacaktır.

Türkiye ve düvel-i muazzama (büyük devletler) arasında bilahare akdolunacak mukavelelere tevfikan (uyarak), ecnebilerle münasebât-ı hasene (iyi münasebetler) tesis ve idame edeceğiz.

Size temin ederim ki bu sebepten dolayı müttefikler mahafilinde beliren endişe lüzumsuzdur.

Birtakım mesail-i iktisadiye (ekonomik meseleler) vardır ki biz bunları kendi menabiimizle (kaynaklarımızla) halledemeyiz ve bize yardım edecek dostlar aramaya mecburuz. Halkımızın Fransa hakkında hissiyat-ı dostane (dostluk duyguları) perverde etmesi (beslemesi) pek tabiidir, çünkü Fransa Efkâr-ı Umumiyesi’nin Türklere müsait olduğunu gördük ve her gün görüyoruz.”

-”Türklerin Sulh Konferansı’nda serdedecekleri teklifatın hutut-u esasiyesini (esas hatlarını) lütfen beyan buyurur musunuz?”

-”Şeraitimiz (şartlarımız) çok açık ve çok sadedir. İstiklâlimizin bilâ kayd-ü şart tasdikini talep ediyoruz. Bu mücmel (kısa) cümlede programımızın bütün hutut-u esasiyesi mündemiçtir (bulunmaktadır). Hudud-u millimiz dahilinde bulunan toprakların bize verilmesinde ısrar edeceğiz. Ondan sonra bu topraklar dahilinde tamamıyla müstakil, yani kapitülasyonsuz bir Türkiye yaşamasını istiyoruz. İşte bütün istediklerimiz budur. Şu aralık ortada alemşumul bir mesele vardır ki bu da Boğazlar meselesidir. Boğazlardan serbesti-i müruru (geçiş serbestliğinin) temini bizim için bir esas olduğunu bütün âlem bilir. Biz Boğazların küşadını (açılışını) ve serbestisini tekeffül ediyoruz. Biz bu meselede tek bir şart vazediyoruz. O da İstanbul’un ve Marmara Denizi’nin emniyeti meselesidir.

Bu meselenin yalnız Türkiye’nin arzu ve menafi-i hususiyesi dairesinde hallolunamayacağını bilmez değiliz. Bu işte Avrupa’nın menafi-i umumiyesi de nazarı dikkate alınmak lazım geldiğini biliyoruz ve bunun için konferansta tespit edilecek bir şekli kabule biz de hazırız.”

Paşa Hazretleri’ne sordum:

-”Şu halde M. Poincare tarafından sulh konferansının iki safhaya tefriki (ayrılması) suretiyle ortaya atılan teklifi siz de kabul ediyorsunuz demektir.”

Gazi Mustafa Kemal Paşa cevap verdi:

-”Türkiye, müttefikler ve Yunanistan arasında sulh akti için tanzimi lazım gelen mesail bilhassa işbu devletleri alakadar eder. Ancak Çanakkale meselesinin halli için hususi bir konferans akdedilmesi ve bu konferansa bütün alakadar devletlerin ve bilhassa Sovyet Hükümeti’nin iştirak eylemeleri şayan-ı tercihtir.”

Bunun üzerine Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’ne şu suali irad ettim:

-”Ankara Büyük Millet Meclis Hükümeti’nin Anadolu’da sakin (oturan) ecnebilere karşı tarz-ı hareketi (hareket tarzı) Bolşevikler tarafından ittihaz edilmiş olan tedabire (tedbirlere) pek benziyor, ezcümle İzmir’de bazı bankalarda ve hatta Fransız bankalarında ecanibe ait kasaların zorla açılması İstanbul’da müttefikin (müttefikler) mahafilinde pek elim bir tesir hâsıl etmiştir. Türkiye’de komünizm şeklinde bir idare mi tesis etmek istiyorsunuz?”

Gazi Mustafa Kemal Paşa şu cevabı verdi:

-”Yeni Türkiye’nin eski Türkiye ile hiçbir alakası yoktur. Osmanlı hükümeti tarihe geçmiştir. Şimdi yeni bir Türkiye doğmuştur. Tabii millet değişmemiştir. Aynı Türk unsuru bu milleti teşkil ediyor. Ancak tarz-ı idare değişiyor. Ankara Hükümeti’nden evvel İstanbul’da bir sultan ve bunun hükümeti vardı. Millet, memleketin işlerine, vazifesi kanun yapmaktan ibaret olan bir Meclis vasıtasıyla iştirak edebiliyordu. Bu tarzı hükümet, millete hâhişker (arzuladığı) olduğu istiklal ve hürriyeti vermeye kâfi değildi. ………………………………….. (noktalı yerler sansür tarafından çıkarılmıştır). Yaşamak ve bunun için de ne lazımsa onu yapmak istiyoruz. İşte bunun içindir ki üç senedenberi tarz-ı idaresini değiştirdi. Yukarıda izah ettiğim hükümete bedel, doğrudan doğruya milletten çıkan bir hükümeti kabul etti. Bu yeni hükümet taraf-ı milletten mansup (nasbedilmişy seçilmiş) ve aynı zamanda hem kuvve-i icraiyeyi, hem de kuvve-i teşriiyeyi haiz mebuslardan teşekkül eder. Bu mebusların bazıları umuru idarenin teferruatını temşiyete (yürütmeye) ve halk komiserleri vazifesini ifaya memurdurlar. Hakikatte hâkim olan ve her şeyi idare eden merci, Millet Meclisidir. Zannıma göre yeryüzünde buna benzeyen diğer bir hükûmet mevcut değildir.

Şurasını unutmamalı ki bu tarz-ı idare tamamile bir Bolşevik sistemi değildir. Çünkü biz ne Bolşeviğiz, ne de komünist! Ne Bolşevik ne de komünist olamayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız. Hülâsa bizim şekl-i hükûmetimiz tam bir demokrat hükûmetidir. Ve lisanımızda bu hükûmet ”halk hükûmeti” diye yâd edilir.

Bu hükûmet doğrudan doğruya milletin arzularını tatmine hâdim ve millet, memleketin idaresine bizzat sahiptir. Bu itibarla kendi mukadderatını kendisi tâyin eder. Memleketimizdeki şuabat-ı idaremizin (idare şubelerimizin) kâffesinde (tümünde) tatbik edilecek olan usul de budur.”

- İstanbul’a avdetinizde padişahı tanıyacak mısınız?

-”Yirminci asırda bizim elimizden hürriyetimizi alıp başkalarının hâkimiyetini iade ve tesis etmek olamaz. Hilâfeti muhafaza edeceğiz. Şu şartla ki Büyük Millet Meclisi ve millet halifenin istinat edeceği bir mesnet ve kuvvet olacaktır.”

-”Hilâfette şimdiki usul-ü veraseti muhafaza edecek misiniz?”

Gazi Mustafa Kemal Paşa burada biraz tereddütten sonra:

-”Bu bapta kat’î bir şey söyleyemem. Maamafih şimdiki usulün muhafazası müreccah olacağı (öncelik tanınacağı) zannındayım. Çünkü en sade ve en sehlüttatbik (kolay uygulanan) olan yol budur. Esasen bu mesele yalnız Türkiye’ye ait olmayıp bütün Âlem-i İslâmı (İslâm âlemini) alâkadar eden bir meseledir.”

Kaynak: İkdam Gazetesi, 3 Kasım 1922
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Mustafa Kemal’in Grace Ellison’a Verdiği Mülâkat

Yazı masalarının birinin üzerinde Napolyon’a ait bazı kitapları görünce, ”Sadece büyük bir zafer hakkında tebriklerim yerine, ‘Küçük Korsikalı’ hakkında bir kitap getirmediğime” teessüf ettim, dedim.

-”Böyle bir şey düşünmeyiniz, o beni büyük bir general olarak alâkadar eder, fakat…”

-”Ben zannediyordum ki sizin ona karşı alâkanız hayranlık derecesine varır, öyle diyorlar.”

-”Ne garip bir rivayet! Tabii ben bütün büyük sevkülceyişleri tetkik ederim; fakat Sakarya’yı Austerlitz’e benzetmek büyük bir kompliman değildir. Napolyon ihtirası her şeyden öne koydu. O kendisi için döğüştü. Gaye için değil. Neticede mukadder (kaçınılmaz) olan inhidam (yüklü) geldi.”

-”Muvaffakıyetten hiçbir an şüphe ettiniz mi?”

-”Hayır! aslâ. Ben bütün plânı en başlangıçtan beri olduğu gibi gördüm, (hiç cephanemiz kalmadığı zamanlar bile) ve neticeyi bildim. Biz kan akmasına ve harabiyete mâni olmak için uzun zaman geciktik. Fethi Bey, son bir tedbir olmak üzere Londra’ya gitti. Çünkü biz kanla değil, mürekkeple yapılmış bir muahede istiyorduk.”

Gözüm Paşanın yazı masasının üzerinde asılı duran güzel yüzlü bir Türk hanımının portresine ilişti.

-”Ne güzel bir yüz! diye haykırdım.”

Paşa, göze çarpan bir gururla “Anam” dedi.

-”Onu görmenin büyük zevkine varabilir miyim!”dedim.

-”Çok hastadır. Doktorlar gece gündüz yanındadırlar. Heyhat, korkuyorum artık iyi olmayacak.”

Sonra merdivenden çıkıp hastanın dairesine gittik. Onu bir divan üzerinde yastıklara dayanıp oturuyor görünce şaştım. İlk önce onun ölüme bu kadar yakın olduğuna inanmak güçtü.

-”Yazık!” dedi Mustafa Kemal, “Onun ıstırabı benim yüzümdendir. Benim sürgün kaldığım yıllar esnasında çektiği ıstırap ve döktüğü gözyaşlarının hesabını şimdi veriyor.” O çok söyleyemeyecek kadar meyustu (üzgündü), sesinde keder vardı.

-”Şimdi siz de onun zaferine iştirâk edebilirsiniz,” dedim, “Oğlunuzla kimbilir ne kadar iftihar ediyorsunuz. Onun yaptıkları fevkalâdedir. Ben yalnız onun eserini görmüş olmak ve onunla konuşmuş olmakla iftihar ediyorum.” Bana heyecanla teşekkür etti ve dedi ki:

-”Allahın bana bu oğulu vatanı kurtarmak için gönderdiğine inanıyorum.”

Kaynak: Yücel Mec. Mart 1940, sayı:61
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Mustafa Kemal’in Hakkı Tarık’a Verdiği Mülâkat

-”Paşa hazretleri hem 10 Temmuzun, hem 1 teşrinisaninin (Kasımın) muvaffak bir kumandanıdırlar. İki inkılâp arasındaki farkı, lisan-ı devletlerinden işitmek isteriz.”

-”Bu iki inkılâp arasındaki fark, tarif olunamayacak derecede büyüktür zannederim. Birincisi, milletin tabiaten aradığı havay-ı hürriyeti teneffüs ettiğini zannettiren bir harekettir; fakat ikincisi milletin hürriyet ve hâkimiyetini fiilen ve hâdiseten tespit ve ilân eden bir inkılâbı mesuttur ve şüphe yok, yalnız Türkiye’de değil, bütün cihanda nazar-ı ehemmiyete alınmaya lâyık bir teceddüttür (yeniliktir).”

-”Bazıları iki inkılâbın tazammun ettiği (içerdiği) şekl-i idare arasında bir fark olmadığına kani görünüyorlar. Meselâ: ”Meşrutiyette gayri mes’ul bir mevkide tutulan hükümdar vâkıa kendiliğinden bir başvekil nasbeder (atama yapar) görünmektedir; fakat bir tecrübe devresinden sonra bu başvekili itimatla yerinde tutup tutmamak yine Millet Meclisi’nin elindedir ve bütün icra işlerinde sadrazamın imzası olmadan hükümdarın imzası bir kıymet ifade etmez. Şu halde bugünkü icra vekilleri heyeti, dünkü heyeti vükelâ ile karşılaştırırsak, iki şekli idarede büyük bir fark görmemek lâzım gelir” diyorlar.

-”10 Temmuz inkılâbı bir hükümdarı müstebitle millet arasında en nihayet kuyut ve şurut ile muvazene arayan bir zihniyeti istihsale mâtuf idi. Halbuki son inkılâp, usul-i meşrutiyeti dahi hürriyet ve istikbâl-i millet için kâfi göremez ve bilâkaydü şart hâkimiyeti, milletin uhdesinde tutan esaslı bir umdeye istinat eder (ilkeye dayanır). Bu umdenin taallûk ettiği şekil, hiçbir vakitte eski eşkâl (biçim) ile mukayese kabul edemez. Bugün Türkiye devleti doğrudan doğruya bir Meclis, bir şûra hükûmeti ile idare olunur ve ilelebet böyle idare olunacaktır. Türkiye Devleti’nin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nin mahiyet-i asliyesini anlayabilmek için, Teşkilâtı Esasiye’sini dikkatle mütalâa etmek lâzımdır. Bu hususta benim tarafından verilen bir nutku gözden geçirmek de muvafık (uygun) olur.”

-”Teşkilâtı Esasiye kanunumuzun mütalâası bazılarınca bir noktadan, bir madde ilâvesine ihtiyaç hissettirdiği kanaatini hissettirmiş; Meclisin iki seneden ibaret eden müddet-i içtimaı bitmeden Meclis haricindeki efrad-ı milletin ârâsını (oylarını) yoklamak lüzumu hâsıl olsa icrasına nasıl imkân verilebilecektir!”

-”Bunun için bir madde ilâvesine lüzum yoktur. Vaziyeti hakikiye muvacehesinde Meclis buna dair usûlü dairesinde bir karar ittihaz edecek mevkidedir.”

-”Paşa Hazretleri sulh müzakeresinde bulunuyoruz. Bugünkü Meclis, müddeti içtimaını, gaye-i millinin tahakkuku ile takyid (bağlamış) ve tahdit etmiştir. Meclis, heyeti vekileyi sulh muahedesinin imzasına mezun kılmak gibi bir karar itihas edince kendisi gaye-i milliye vasıl olmuş sayılabilecek midir?”

-”Şüphesiz şayan-ı kabul göreceği sulh şeraitini tasdik ettiği gün, hikmet-i mevcudiyeti olan vezaif-i milliyeyi ikmal etmiş olacaktır ve Teşkilâtı Esasiye kanununda musarrah olduğu üzere iki sene devam etmek üzere yeni intihabat icra olunacaktır.”

-”Paşa hazretleri memleketimizin her noktasını tanımış, ihtiyacına nüfuz ve vukufunu da muvaffakıyetleriyle ispat etmiştir. Bilhassa istilâdan kurtarılan yerleri nazarı dikkate alarak, eğer faaliyet-i milliyeyi bir sıra numarası altına almak icap etes, en başa hangi nevi icraat geçireceklerdir.”

-”Buna dair badessulh (barıştan sonra) ilân edeceğim programda izahat-ı kâfiye göreceksiniz.”

(Paşa hazretlerini programın esasları hakkında söyletmek mümkün olmadı ve ikinci bir mülâkat bu ketm ve imsakin sebebinden bir haber verdi. Dün bütün milli emeller bir ”misak” üzerinde toplanarak müdafaa yolunda memlekete nasıl bir istinat noktası bulunmuş ve muvaffak olunmuşsa, Paşa hazretleri yarın da milli tekâmül için öyle bir istinat noktasını tâyin ederken, kendi tâbirleriyle, memleketin münevverlerini ”tahriri bir kongre”ye iştirâk ettirmeyi tasmim etmişlerdir (tasarlamışlardır). O cevaplar gelip toplandıktan sonra müntahap (seçilmiş), heyetin yardımıyla bunları gözden geçirecekler ve bütün halk kütlesini birden kaldıracak bir idare manivelâsını o zaman harekete getireceklerdir.)

Kaynak: Vakit Gazetesi, 12 Kanunuevvel (Aralık) 1922, No: 1796
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Mustafa Kemal’in Paul Herriot’a Verdiği Mülâkat

Paul Herriot’nun 26 Aralık 1922′de gazetesine çektiği telgraf:

Ankara’ya varır varmaz Büyük Millet Meclisi Reisi Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan istediğim mülâkatı yapmak fırsatını elde ettim. Müşarürieyh beni Çankaya köşkünde kabul etmek lûtfunda bulundu. Verdikleri bu önemli demeci geleceğe aynen dercediyorum.

Mustafa Kemal Paşa hazretleri sözlerine şöyle başladılar:

-”Türkiye’ye karşı daima iyi niyetler beslemiş olan Fransız kavminin Türkleri, içinde bulundukları hal-i harbten çıkmış görmek arzusunda bulunduğuna ve Türk mütalebatının (isteklerinin) haklı ve mâkul olduğunu takdir ettiğine samimî surette kaaniim. Binaenaleyh Lozan’daki murahhaslarımızın ihtiyar ettikleri hatt-ı hareketten derin surette müteheyyirim (hayretteyim) ve bu murahhasların memleketiniz efkâr-ı umumiyesinin hakikî tercümanı olduklarına inanamıyorum. Murahhaslarımız hiçbir yeni talepte bulunmadılar. Kendilerinin mutalebatı (istekleri) memleketimizin yaşaması ve istiklâlini temin etmesi için lâzım gelen şeraitin hadd-ı asgarisini ihtiva etmektedir.

İstanbul ve Marmara denizinin selâmet ve taarruzdan masuniyeti hakkında teminat-ı lâzime (gerekli teminat) verilmek şartiyle Boğazlar serbestisini en evvel teklif eden biziz. Bugüne kadar bunu yapmadılar. Bu kabil teminat talebinde bulunduğumuzdan dolayı bizi ciddi surette tahtie edemezler (hatalı bulamazlar). Bugün bizi Lozan’a davet eden zevatın konferansın küşadından mukaddem (açılmasından önce) İstanbul’un bize iade edileceğini vadeden insanlar olduğunu derhâtır edince bu vaadin bize hulûs (iyi) niyetiyle yapılmış olmasından şüphe etmeye başlıyoruz. Çünkü İstanbul’un selâmet ve emniyeti için elzem (gerekli) olan şerait (koşullar) hakkında bugün bizimle pazarlık yapılmak isteniyor. Mamafih bu husustaki fikrimi beyan etmeyi Boğazlar meselesinin halledildiğini öğreneceğim güne tâlik ediyorum (geciktiriyorum).”

Kapitülasyonlar

-”Lâkin şimdiye kadar Lozan, bize şayan-ı hayret ve taaccüb (şaşkınlık) diğer manzaralar da ihzar etmekten (hazırlamaktan) geri durmadı. Kapitülâsyonların konferansta birçok içtimaları (toplantıları) işgal etmiş olması sebebini bir türlü anlayamıyoruz. Bu meselenin mevzuubahs ve müzakere edilmesi bile izzet-i nefs-i millimize (millî izzetinefsimize) tevcih olunmuş bir hakarettir. Kapitülâsyonların Türk milleti için ne derece menfur (nefret edilecek) bir şey olduğunu size tarife muktedir değilim. Bunları diğer şekil ve namlar altında gizleyerek bize kabul ettirmeye muvaffak olacaklarını tasavvur ve tahayyül edenler bu bapta pekçok aldanıyorlar. Zira Türkler kapitülasyonların idâmesinin (devam ettirilmesi) kendilerini pek az bir vakitte ölüme sevkedeceğini pek iyi anlamışlardır. Türkiye, esir olarak mahvolmaktansa son nefesine kadar mücadele ve mücahedede (uğraşmaya) bulunmaya azmetmiştir.

Ümit ederim ki bizimle sulh yapmak istediklerini beyan edenler nokta-i nazarlarında ısrar etmeyerek, bu meselede Türk milletinin azim ve iradesi aleyhine yürümek kaabil olamayacağını anladıklarını yakından göstermeye cesaret edeceklerdir.

Bir fesat ve hiyanet ocağı bulunan, memlekette tohm-ı nifak (ayrılık) ve şikak (uyuşmazlık) saçan, Hristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de mucib-i şeamet (uğursuzluğa sebep olan) ve felâket olan Rum Patrikhanesini artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilâtı memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler irâde olunabilir (gösterilebilir?)

Türkiye’nin Rum Patrikhanesi içini arazisi üzerinde bir melce (sığınılacak yer) göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesat ocağının hakikî yeri Yunanistan’da değil midir?

Âlem-i medeniyetin unutmaması lâzım gelen bir mühim nokta daha vardır: Büyük Millet Meclisi tarafından idare edilmekte olan yeni Türkiye, Babıâlinin taht-ı idaresindeki eski Osmanlı İmparatorluğu değildir. Yeni Türkiye şeref ve haysiyet, kudret ve kuvvetini müdrik ve hukukunu muhafaza için mevcudiyetini tehlikeye ilka etmeye (atmaya) de hazır ve âmâdedir.”

PAUL HERRIOT

Kaynak: Hâkimiyet-i Milliye’den Gazetesi, 2 Ocak 1923
 

Painfully

Well-Known Member
Yanıt: Atatürk'ün Mektupları,Telgrafları ve Mülâkatları

Mustafa Kemal’in İzmit’te İstanbul Gazetecilerine Verdiği Mülâkat

İzmit – Gâzi Başkumandınımız vaziyet-i hariciye ve dahiliye, müstakbel faaliyet-i milliye (gelecekteki ulusal faaliyetten) hakkında kendilerinden beyanat telâkki etmek üzere İzmit’e giden sabah gazeteleri muharrirleri ile (Akşam) muharririni kabul ederek berveçhiâti (aşağıdaki) beyantta bulunmuşlardır:

-”Bu maksadı temine medar olabilecek (yarayabilecek) iki mufassal (ayrıntılı) mülâkat yapılmıştır. Bittabi ben de İstanbul’un kıymetli erkân-ı matbuatı (basın mensupları) ile böyle bir temasa mazhar olduğundan dolayı suret-i mahsusada memnun bulunuyorum. Memnuniyetimin en mühim sebebi, bence de tabiî olarak şayan-ı arzudur ki enim ve bilcümle rüfekay-ı mesaimin (çalışma arkadaşlarımın) vaziyeti dahiliye ve hariciyeyi nasıl görmekte olduğumuzu ve âtiye (geleceğe) ait mesail-i millîyemizin (ulusal sorunlarımızın) nasıl olması lâzım geleceği tasavvurunda bulunduğumuzu bütün millet ve cihan bir an evel bilsin. Bunu teminde bilcümle matbuatın olduğu gibi, çok mühim olan İstanbul matbuatının ifa edeceği hizmetin derecesi suhuletle (kolaylıkla) takdir olunabilir. Vuku bulan mülâkatlarda mezkûr üç esaslı zemin üzerinde çok teferruatlı ve hattâ münakaşalı müdavele-i efkâr (fikir alışverişi) edildi. Ve benim arzu ettiğiniz her nokta ve bütün teferruat üzerindeki beyanatımı dinlediniz, bu suretle muttali olduğunuz (öğrendiğiniz) hususatın birkaç kelime ile hülâsasını yapmak lâzım gelirse denilebilir ki:

1- Millet üç buçuk seneden beridir iktiham ettiği (göğüslediği) müşkülât ve fedakârlığın mütebariz (belirgin) ve müsbet metayicini (olumlu sonucunu) görmekle, takip olunan hatt-ı hareketin mutlaka hedef-i saadete (mutluluk hedefine) vüsulünden (ulaşacağından) emindir. Bugünkü muvaffakıyatı behemehal tespit ve teyit ettirmek için lüzum gösterilirse, şimdiye kadar olduğundan daha vâsi (geniş) bir azim ve itmi’nanla (güvenle) fedakârlığını ve gayretini idameye müheyyadır (hazırdır). Milletin mutlaka sulh veya mutlaka harp arzusu gibi, başlı başına bir ifade-i kat’iyesi yoktur. Millet an’anesinin bâriz bir şiarının ifadesini kullanmaktadır: ”Hayırlı olanı isteriz!” Hayırlı olan, bizi şimdiye kadar hayır ve selâmete isal edenlerin hükmedecekleri tarzdır. Milletin bu ifade ile kasdettiği Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükûmetidir. Bunların düşündüğü behemehal sulhü istihsal etmektir. (sağlamaktır).

Buna milletin ve memleketin ihtiyacı olduğu kadar bütün cihan-ı medeniyetin kat’î ihtiyacı vardır. Bir kere hal-i harbi (savaş durumu) idame etmekle (sürmekle) evvelâ arzuy-u millîyi yerine getirememek, saniyen cihani medeniyetin huzur ve sükûnuna mâni olmak gibi mesuliyetlerin faili olmak doğru olmadığı gibi bilhassa buün bütün gayreti samimî olarak istihsal-i sulh (barışı elde etmek) için her türlü tedbire tevessül etmektir. Ve bütün kalbini bilâ istisna cihana açık olarak göstermeyi temine çalışmaktır. İtilâf devletlerinin bu hakikati anlamamalarına ihtimal vermemektedir. Eğer devletlerin ve milletlerin konferanstaki mümessilleri bu içtimaın hilâfına harekete devamda ısrar gösterirler ve cihan-ı insaniyet ve medeniyetin tehalükle (can atarak) intizar eylediği (beklediği) sulhün akdini akim (sonuçsuz) bırakırlar ise Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükûmeti bundan çok müteessir olacaktır. Bu insanî teessürü kendisini elbette zaaf ve tereddüd-ü kalbe düçar edemez. Üç buçuk seneden beri istihsâli (elde edilmesi) uğrunda ihtiyar olunmadık fedakârlık kalmayan hukuk-u asliye-i milliyesini (en esaslı millî hukukunu) behemehal istihsal ve teminden ibaret olan vazifesini, yine bütün milletin kaabiliyetine, kudretine, azmine ve kendisine olan emniyet ve itimadına istinaden şimdiye kadar olduğundan daha büyük bir faaliyetle ifaya (yerine getirmeye) devam edecektir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin muzaffer orduları yeni zaferler istihsali aşkından müstağni (kanıksamış) değildirler. fakat bu zafer aşkı milletin selâmet ve saadetini temin aşkından münbaistir (doğmaktadır). İkincisinin husulü, birinciyi hasıl telâkki ettirebilir.

2- Hükûmet hal-i harb ve hal-i intizarın devamına rağmen milleti, şimdiden yeni usulümüzde idarenin mütekeffil olduğu (üzerine aldığı) menafi-i hakikiyeden (hakiki menfaatlerden) müstefit edebilmek (faydalandırabilmek) için lüzumu veçhile çalışmakta, yeni bir teşebbüs almakta veya yeni bir teşebbüsün esaslarını düşünmektedir. Memleketin en ücra köşelerinde bile huzur ve asâyiş-i halk o derece temin edilmiştir ki bunu zaman-ı sâbıkın (geçmiş zamanın) en sâkin bir devresindeki hâl ile mukayese etmek nabemahal (yersiz) olur. Herkes emniyetle ve bilhassa çok büyük ümitlerle tarlalarında veya sanatları başında faaliyete geçmiş bulunuyor. Ve sa’y ve amellerinin (çalışma ve gayretlerinin) kendilerinden gasbedilmeyecek semerelerinin iktitafından (devşirilmesinden) emindirler. İktisaf, amarif işleri, muavenet-i içtimaiye (sosyal yardım) himmetleri şimdiden kabil-i temas (dokunulabilir) yeni neticeler vermiştir. Ziraat mektepleri mevcut olanlardan maada (başka) Bursa’da, Balıkesir’de, İzmir’de, Adana’da, Erzincan’da beş mektebe malik olmakla tezyit edilmiştir (arttırılmıştır). Harbin ve inkılâbatın atalete (durgunluk) koyduğu ziraat bankaları yeniden hal-i faaliyete vazedilmiş (konmuş) ve birçok şube ihdas ederek (açarak) halkın muavenetine şitap etmeye (koşmaya) başlamıştır. Birçok mülteci ve muhacirler refah ile mütenasip yerlere sevk ve iskân edilmiştir. Bunun daha iyi temini iin hususî muavenet bankaları tesis edilmek üzeredir. Köylülere mühim miktarda (2 buçuk milyon liralık) alât ve edevat-ı ziraiye tevzi edilmiş ve bu husustaki tevziata devam edilmektedir. Ayrıca köylülere alât ve edevat-ı ziraiye vermek ve bunları icabında tamir etmek için sermayenin yüzde yetmişine iştirâk edeceğimiz bir şirket ile anlaşılmak üzeredir. Bu, çiftçilerin çok memnuniyetini ve menfaatini mucip olacaktır. Nafia (bayındırlık) teşebbüsatı kariben (yakında) fiile münkalip olabilecek (çevrilebilecek) ümitbahş (ümit verici) bir zemindedir. Bunun neticesinde memleketin hüüçümle merakiz-i mühimmesi (önemli merkezleri) yekdiğerine az zamanda şimendüferle kesb-i irtibat edecektir (bağlanacaktır). Mühim hezain-i madeniye (maden hazineleri) açılacaktır.

Memleketimizin baştan nihayete kadar harap manzarasını mâmureye tahvil etmekten (bayındır duruma çevirmekten) ibaret olan gayenin temel taşları her yerde gözleri tesrir edecektir (sevinç içinde bırakacaktır). Çalışmak ve mesut olmak ihtiyacında bulunan bütün halkımız için, ameleler için geniş ve emin çalışma sahaları davetlerini yapmakta gecikmeyecektir. Memleketi mâmur ve milleti mesut etmek için tasavvur ve teşebbüs edilen bütün bu işlerde takip olunacak programın esas noktalarına fiilen tevessül edilmiş (girişilmiş) addolunabilir. Bilhassa faaliyet-i iktisadiyeyi istinat ettireceğimitz esaslar her türlü vukufla beraber bilhassa doğrudan doğruya memleketimizin topraklarını koklayarak ve bu topraklarda bizzat çalışan insanların sözlerini işiterek tespit olunacaktır. Sanayi ve ticaretimiz için dahi aynı mütalâa yapılacaktır. Bunun içindir ki şubatın on beşinde İzmir’de belki beş bin kişinin toplanabileceği bir kongre yapılacaktır. Bu kongre bizzat millete ve bir taraftan da diğer milletlere anlatacaktır ki yeni Türkiye devleti temellerini süngü ile değil, süngünün dahi istinat ettiği iktisadiyatla kuracaktır. Yeni Türkiye devleti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye devleti bir devlet-i iktisadiye olacaktır ve bu devleti en kuvvetli temeller üzerinde çok az zamanda kurmak hususunda Japonlardan az müstait olmadığını bilfiil isbat edecektir. Bu saydığım teşebbüsat-ı iktisadiye ve sınaiye içinde bahsettiğim şirketlerin, istiklâl ve hâkimiyeti milliyemize hürmetkâr milletlerin emniyetle hükûmetimizle temas eylemleri ve kanunlarımız dairesinde anlaşmaları ile faaliyete geçebileceklerini söylemeye hâcet yoktur. Filhakika memleketimizi az bir zamanda mâmur etmek için milletimizin gayri kâfi sermayesi karşısında haricin sermayesinden, vesaitinden, ihtisasından istifade etmek hakikî menfaatimizin iktizasındandır. Hükûmetimiz, izahına lüzum olmayan esasatın riayetkârı kalacak olan her devlet ve millete karşı bu hususta emniyet ve samimiyetle ahz-ı mevki edecektir (durum takınacaktır.)

3- İçinde bulunduğumuz vaziyette çok kuvvetli olduğumuzu temin ve teşebbüsat-ı müstakbelemizde behemehal muvaffak olacağımızı bize vaadeden keyfiyet, milletin inkılâp ile ve mücadele ile tesis etmiş olduğu bugünkü hükûmetimizin şekli ve mahiyetidir.

Hükûmetimiz Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti millîdir, tamamıyla maddîdir, hakikatperesttir. Mevhum (boş) mefkûreler arkasında o mefkûrelere (ülkülere) vâsıl olmak için değil, fakat isâl etmek (ulaştırmak) hulyasıyla milleti kayalara çarparak, bataklara batırarak, en nihayet kurban ederek mahvetmek gibi cinayetten hazer eden (çekinen) bir hükûmettir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bütün programlarının umdesi şu iki esastır:

1- İstiklâl-i tam, 2- Bilâ kayd-ü şart hâkimiyet-i milliye.

Birinci umdesinin ifadesi ”Misak-ı Millî”dir. 2′nci ve hayati olan umdesinin beyanı ”Teşkilât-ı Esasiye Kanunu”dur. Millet, Misak-ı Millî’nin medlûlünu (anlamını) güzide evlâtlarından teşkil ettiği kahraman ordularıyla fiilen istihsal eylemiştir. ”Teşkilât-ı Esasiye Kanunu”nun ruh-u aslisî ise bu kanunun kitaplara geçmesinden evvel, milletin dimağında ve vicdanında temerküz eylemiş (toplanmış) olmasıyla ve ancak bunun ifadesi olmak üzere tesis ettiği Meclise verdiği vazife-i asliye ile ve senelerden beri ahkâmını fiilen tatbik edegelmekte olmasıyla ve en nihayet kanun şeklinde enzar-ı cihana (cihanın gözleri önüne) vazeylemesiyle (koymasıyla) tahakkuk eylemiştir. Hâkimiyet bilâ kayd-ü şart milletindir.

Hâdisat ve tecarib-i tarihiyemiz (tarihî tecrübelerimiz) bize milleti koyun sürüsü halinde kiyfin, arzu ve ihtirasların ve hiçbir suretle tatmin edilemeyen menfaatlerin istihsâline sürüklemekle mahvını münteç (neticeye varmış) mahiyete inkılâp eden idare tarzlarının artık memleketimizde mahall-i tatbiki kalmadığını göstermiştir. Millet hâkimiyetini değil, hâkimiyetin bir zerresini dahi âhıra (başkasına) terk ve feragın mucib olabileceği felâketin, izmihâlin (yıkıntının) hüsranın elemini her an kalp ve vicdanında hissetmektedir. Zaten iradenin ve hâkimiyetin gayri kabil-i tecezzi (parçalanamaz) ve taksim olunduğunu ilmen ve hakikaten düşündükten sonra böyle bir nazariyenin fiile tatbikine kalkışmak ancak nazarî ve sun’i bir işe bizzarur tevessül etmekten başka bir suretle kabil-i tefsir değildir. Millet ve memleketimiz için ise bu zaruret mündefi olmuştur (ortadan kalkmıştır). Çünkü milleti hâkimiyetten mahrum eden hâil (engel) milletin galeyan ve tuğyanıyla (coşmasıyla) biraz zahmetli ve fakat binnetice muvaffakıyetli surette ortadan kaldırılmıştır. Madumun (yok olmuşun) ihyasına kalkışmak ise bittabi gayri mümkünün mümkün olduğu zehap ve butlanında (zan ve saçmalığında) temerrüt (inat) olur. Bu, mütemerritlerin (dik kafalıların) ki milletin hüsranına bilerek veya bilmeyerek taliptirler, nedamet-i hakikiyesini (hakiki pişmanlıklarını) ve hüsran-ı elemini mucip olmaktan başka bir netice vermez.

Artık millete karşı namuskârane, açık, kat’i ilân-ı hakikat edenler çoktur. Milletimiz ise hakayikı hüsnü telâkiye ve icabâtını tatbika çok müsait ve müstaittir. (yatkındır). Bu istidadı isbat için yakın tarihin bile verebileceği misaller mebzuldür. (boldur). Felâketini müdrik milletimiz ne şeyh-ü-islâmların muktezay-ı dindir, diye irticaa davet eden fetvalarına, ve ne de halife ve padişahın camilerden çalınan âyât ve ehâdisi nebeviye ile müzeyyen (ziynetlenmiş) ve müzehhep (yaldızlanmış) sancakları başlarında taşıyan hilâfet ordularına ve ne de mücadele-i milliyye devamınca hiçbir şey istihsâl edilemedikten başka büsbütün mucib-i mahv ve izmihlâl (yıkıntı ve çöküntünün sebebi) olacağını beyan ile milleti istiklâl ve hâkimiyetinde müsamahakâr kılmaya sarf-ı makderet eden (kudret sarfeden) Babıâli ricalinin mesai-i fafilane (hatalı çalışması) cahilânesine ve en nihayet tayyarelerile halife ve padişahın beyannamelerini muharip (savaşan) ordumuz saflarına atan ave halife namına hareket ettiğini söyleyen Yunan ordusunun iğfalâtına (aldatmalarına) zerre kadar iltifat göstermedi; gösteremez ve göstermeyecektir. Bilhassa bundan sonra kat’iyyen gösteremeyecektir.

Çünkü bu millet asırlardan beri bu gibi mürtecilerin, cahillerin, riyâkârların, menfaatperestlerin, serserilerin, sözlerine inanmak saffetini gösterdiğinden dolayıdır ki bugün çamurdan ve sazdan izbelerde oturmaya mahkûm çıplak ayaklarıyla ve çıplak vücutlarıyla çamurların, karların, yağmurların biaman (amansız) şamarları altında yeniden aklını başına toplamak mecburiyetinde kalmıştır.

4- Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükûmeti, memleketin bütün vicdanlı ve namuskâr münevveranı (aydınları), millete ve memlekete karşı evvelâ bu millet ve memleketin birer evlâdı olmak itibarıyla, saniyen (sonra) mensup oldukları heyet-i içtimaiyenin cihan-ı medeniyette kadr-ü menziletini (derecesini) yükselttikçe bunun kendileri için ne derece mucib-i şeref ve bahtiyarî (bahtiyarlık) olacağını düşünmekle kendilerine müteveccih vazifenin memleketi ve milleti medeniyeti hâziranın ve icabat-ı insaniyenin (insanlık icaplarının) zarurî kıldığı mertebe-i tekemmüle (olgunlaşma mertebesi) getirmek için bütün mevcudiyetleriyle her türlü şuabat-ı mesaide (çalışma şubelerinde) en doğru yolları aramak ve bulmak, bunun en doğru olduğunu millete anlatmakla beraber üzerinde seri ve geniş hatvelerle (adımlarla) yürümeyi ve bütün milleti yürütmeyi temin etmektir. Bunda muvaffakıyetin istilzam eylediği (gerektirdiği) evsafı düşünerek, bu evsaftan mevcut olanlarını mevki-i istifadeye koymak ve mevcut olmayanlarını istihsale çalışmak hususundaki gayretin ne kadar ciddî olması lâzım geleceğini takdir ederiz. Hedef-i millî malûm olmuştur. Ona isâl edecek (ulaştıracak) yolları bulmak müşkül değildir, mühim olan, çetin olan o yollar üzerinde çalışmaktır. Denilebilir ki hiçbir şeye muhtaç değiliz. Yalnız bir tek şeye ihtiyacımız vardır: Çalışkan olmak! Emraz-ı içtimaiyemizi (sosyal hastalıklarımızı) tetkik edersek asıl olarak bundan başka, bundan mühim bir maraz (hastalık) keşfedemeyiz, maraz budur. O halde ilk işimiz bu marazı esaslı surette tedavi etmektir, milleti çalışkan yapmaktır. Servet ve onun netice-i tabiiyesi (tabii sonucu) olan refah ve saadet yalnız ve ancak çalışkanların hakkıdır.

5- Bilâ istisna bizim efrad-ı milletimiz çalışmaya hahişkerdir (isteklidir). Fakat sarfolunan mesaiden âzami istifade, sa’yde tatbik olunan usul ile mütenasiptir. Evvelâ usullerimizi en çok semerebahş tarçz-ı medenide tesbit etmeliyiz. Bir de mesai müteferrik çalışma çeşitli) oldukça netaciyi (sonuçları) o mesainin muhassala halinde vereceği neticeden çok dündur (aşağıdır). Bunun için milletin ihtiyacat-ı içtimaiyesini ve mazideki zararlarını tatmin ve telâfi edebilecek (giderebilecek) en mâkul programı tesbit etmeye mecburuz. Program bütün milletçe tatbik olunmalıdır. Bu ancak bir teşekkül-ü siyasî ile mümkün olur.

İşte bu hakikatin istilzam (gerektirmesi) ve icbarı (zorlaması) üzerinedir ki, bütün sunufu (sınıfları) yekdiğerine lâzım-ı gayr-i müfarik )(ayrılması kabil olmayan) olan çünkü menfaatleri yekdiğerinden tehalüf eylemeyen (ayrılmayan), halkımızın müşterek ve umumî olan menafi ve saadetini temin için ”Halk Fırkası” namı altında bir fırka teşkili tasavvur edilmektedir. Fakat millî maksatlarımızdan ziyade şahsi menfaatler esasına müstenit (dayanan) siyasî teşekküllerden ve bu teşkilâtın iğfallerinden, müsademelerinden tevellüt etmiş (doğmuş) olan tarzların elân cezasını çekmekte olan milletin aynı mahiyette birtakım bisud (faydasız) iştigallere sevketmek kadar kebairden (büyükten) günah yoktur.

Mondros mütareke ahkâmının haksız ve adaletsiz bir surette fiilen bozulmuş olmasından bütün memleket için çok felâketler tevellüt etmiştir. Bu felâketlerin en feciine sahne olan yerlerden biri de İstanbul’dur. İstanbul yalnız ğcanibin (yabancıların) tecavüzüne, tazyikına ve tezliline (aşağılatmasına) göğüs germemiştir. İstanbul aynı zamanda asırlardan beri milletin başında taşıdığı bir tâcidarın ve onun vesaitinin dahi verdiği elemlerle giryan (ağlamalı) olmuştur.”
 
Üst